29 Mart 2014 Cumartesi

Beştaş!!!

Bu gece nedense Gordon Milne psikolojisi ile yazmak istediğim bir kaç satır var.Seçim yasaklarım zaten daha önceden başladığından bir hikayeyle bu geceyi ballandırmak isterim. 0-5 yaş çocuğu iken daha oyuncaklarla kendimi yaralama tehlikem varken bazı telkinlerle Fenerbahçeli yapılmıştım. 5-1' lik Beşiktaş maçlarından sonra bile attığımız 1 gole sevinirdim. Bu nedense bana bir mutluluk verirdi. "Arkayı Fenerleyelim beyler" diyen minibüsçüleri bile hatırlarım. Babamın beni Beşiktaşlı yaptığı gün, kazanan tarafta olmak ve yenileni terk etmiş olmak bir burukluk verse de o burukluk çok çabuk geçti çocuk kafamdan. Ben artık, Gordon Milne, onun asker arkadaşı İngiliz futbolcular, dünya güzelleri Recep, Kadir, Ulvi, Gökhan, yeni yeşeren Metin, Ali ve Feyyaz' lı bir takımla zaferleri izlemeye alışmıştım. Bako ile yenik başlangıçlar ve mutlu sonlar kitaplardan önce tanıştığım bir dava haline gelmişti ve her nasılsa iyi adamlar gibi kazanıyorduk sonunda. Üstelik zengin de değildik. Bolu da borç harç kamp yapan bir takımdık. Gordon Milne, kıt kanaat geçinen bir ailede, çalışıp, kendisi tatmadan herşeyi tattırmak isteyen bir abiydi. 1-0' lar, 0,5-0 galibiyetlere razıydık. Herkes gibi yalıda oturma hayalimiz yoktu, yalnızca kiradan çıkmak istiyorduk. Her nasılsa, mahallenin gururu olan üniversite kazanmış çocuklar gibi de başarıyorduk.

Gordon başkan şampiyon takımı yapamayınca, Süleyman Seba onu kovmazdı. Vefa, güven, bildiğimiz tüm babacan kavramlarla işine devam ederdi. Şimdi idrak ediyorum ki ben futbol izlemekten haz alan bir adam değilim, sadece bu güzel hikayeyi iyisiyle kötüsüyle izlemeyi seviyordum. O yüzden Beşiktaş her zaman Gülşen Bubikoğlu olarak kalacak. Hülya Avşar, Türkan Şoray değil Gülşen Bubikoğlu.

Milne başkan hiç gülmezdi ama hiç de üzülmezdi. Çocuk kafam onu sevemezdi, korkardı. İşte bu gece de ne sevinç ne de bir üzüntüm var. 1-0, 0.5-0' lara razı, şerefli ikincilikleri idrak etmiş bir şekilde oturuyorum ve bekliyorum.