6 Haziran 2014 Cuma

Kursk Denizaltı Kazası - 2000


Yaşım elverdiğince hatırlayabildiğim tek denizaltı kazasıdır Kursk. Kuzey Buz Denizi yakınlarında batan Rus denizaltısının hikayesidir bu. Günlerce televizyonda, kurtarılamayacaklarını bildiğimiz insanların nasıl kurtarılamadıklarının hikayesi. Patlamalar sonrasında içinde yaşayan mürettebat olduğu halde imkanlar elvermediği için kendi haline terk edilen. Yeri, yurdu, mürettebatı bilinen fakat işin fıtratında var olan! bir kurtarılamayış hikayesi. 

Geçtiğimiz günlerde Kursk' un kalıntıları çıkarıldı. Ne sebeple bilmiyorum ve merak da duymuyorum. 

Tek hatırladığım o günlerde Büyük Rusya'nın kimsenin yardımına muhtaç olmadan bu kurtarma işini yapabileceğini tüm dünyaya ilanı ve mürettebat yakınlarının yakarışları.

Üzerinden 15 sene geçmiş, anıtlar, taziyeler ve bir kaç ton metal. Hepsi bu. 

Ben bunları niye anlattım? 

Denizaltıları seviyorum. Terk edildikleri yerden bir adım bile oynamadan kalıyorlar. İçinde türlü işkence, yakıcı gaz, toz, hayatlarla.
Sonra bir gün her ne sebeptendir bilinmez yattıkları yerden dürtülerek uyandırılmaya çalışılıyorlar. 





2 Haziran 2014 Pazartesi

Beşiktaş Sen Benim Herşeyimdin

"...Kendimi küçüklüğümden beri hep birilerine benzetirdim.. Ninja Kaplumbağacılık oynama, gol atınca "Feyyaz vurdu gol oldu" diye sevinçler edinmiştim. Fenerli olsa da Gerson’ la Rıdvan gibi topuklara dokunarak artistlik yaptığımız günleri söylemem gerekir.
Süleyman Demirel taklitleri, dizi karakterlerinin repliklerinden sonra kendimi Beşiktaş’ a benzetmeyi uygun gördüm. Siyahı beyazı ve mütevazı duruşu bıyık altından kendime benzetirdim. Bıyığın esamesi okunmasa bile..
Adı duyulmamış oyuncular alıp, onların hayatımızı değiştireceğini sanarak, onlardan kurtulmakla uğraşırdık.
Aynı benim gibi
Kaynağını çözemediğim "asaletin" üstümde aynı Beşiktaş’ ta durduğu gibi durduğunu sanırdım.
Yenilmeden şampiyon olduğumuz seneyi bir savaş yarası gibi ömrümün sonuna kadar gösterecektim, savaşı kaybetmiş olsak dahi.  Muharebe kaybedilmiş olsa bile, bazı cephelerdeki zaferlerimizi ve kahramanlıklarımızı gölgeleyemez.
Aynı benim gibi.
Ne zaman pahalı transferler yapıp lige başlasak, hüsran yaşamak bir alışkanlık olmuştu.
Aynı benim gibi.
Kendimizden çok emindik ve çok güçlüydük fakat çok güçlü olmak bizim karakterimiz değildi. Biz filmin ortasında senaristin küçük bir oyunla aklımızı karıştıran adamıydık.
Bazı istatistikler ve araştırmalar, Beşiktaş’ ı tutanların futbolla ilişkisi zayıf olan kişiler olduğunu gösteriyordu. İstatistik, uydurukçuluğun içten pazarlık sadrazamı değil de nedir? Uydurukçuluk bir sanattır. Buna hiç şüphe yok. Bir yalanı inandırmak için türlü enstrüman kullanıyorsanız, onun en göz alıcı gözükmesi için insan üstü bir çaba gösterip, kusursuz hale getiriyorsanız, o artık sizin şaheserinizdir.  Yapılan istatistik beni gerçekten kapsıyor. "Aferin onlara!" Benim hayatımda gittiğim tek maç Sarıyer-Galatasaray maçıdır. Maça tabii ki Eşref’ le gitmiştim. Kemal Amca da nereden estiği belli olmayan bir rüzgarla Eşref’ i, dolayısıyla beni Yusuf Ziya Öniş Stadı’na bir maça götürmüştü. Sarıyer tribününde mavi-beyaz atkılarla izlenen, sonucu belli, Metin Mert' li maçtan sonra futbol kariyerim de sona erdi. Maçtan ne hatırladığım gerçekten de okuduğunuz kadar. Çünkü ne sıkıldım ne de çok sevindim, sahada Madida, Ali, Metin, Bako, Nartallo yokken neyi merak edebilirdim ki?
İstatistiklere göre SSCB’ nin nükleer silahlar için harcamış olduğu kaynak ve emek, büyükbaş hayvancılığa harcanmış olsaydı her evde 2 büyükbaş olurdu. Süt, et, giyim ve ısınma masrafları azalır, dünyamızdaki açlık bir nebze giderilebilirdi. Paranın geri kalanıyla büyükbaşların evrimi, belki de evrim tamamıyla anlaşılmaya çalışılabilirdi. Evrim teorisi belki çöker, belki de kanunlaşırdı. En azından dünyamızda bir kavga son bulurdu. Kavgam yeterince yaygınlaşıp, okunup anlaşılsaydı, Hitler’ in hain emelleri İngilizler ve Fransızların gözüne sokulup, savaş belki başlamadan bitebilirdi.

Okuduğunuz gibi ben iyi bir uydurukçu değilim. Çünkü sizde ufacık bir acaba hissi uyandıracak kadar dayanak, istatistiksel veriyi, uzman görüşünü sunamıyorum.

Yazdıklarımdan geçmişe bir öykünme, nostalji rüzgarı da veremeyen ben, hüsrandan başka ne hissettirebilirim ki sizlere?
Mailime “Kahramanım” başlığıyla gelen reklam hilesine aldanıp açan, Beşiktaş gibi bir adamım. Şerefli ikincilikleri, gol makinesi sanılan çamaşır makinelerinden umudu olan bir adamım.

Beşiktaş sen benim herşeyimdin."

29 Mart 2014 Cumartesi

Beştaş!!!

Bu gece nedense Gordon Milne psikolojisi ile yazmak istediğim bir kaç satır var.Seçim yasaklarım zaten daha önceden başladığından bir hikayeyle bu geceyi ballandırmak isterim. 0-5 yaş çocuğu iken daha oyuncaklarla kendimi yaralama tehlikem varken bazı telkinlerle Fenerbahçeli yapılmıştım. 5-1' lik Beşiktaş maçlarından sonra bile attığımız 1 gole sevinirdim. Bu nedense bana bir mutluluk verirdi. "Arkayı Fenerleyelim beyler" diyen minibüsçüleri bile hatırlarım. Babamın beni Beşiktaşlı yaptığı gün, kazanan tarafta olmak ve yenileni terk etmiş olmak bir burukluk verse de o burukluk çok çabuk geçti çocuk kafamdan. Ben artık, Gordon Milne, onun asker arkadaşı İngiliz futbolcular, dünya güzelleri Recep, Kadir, Ulvi, Gökhan, yeni yeşeren Metin, Ali ve Feyyaz' lı bir takımla zaferleri izlemeye alışmıştım. Bako ile yenik başlangıçlar ve mutlu sonlar kitaplardan önce tanıştığım bir dava haline gelmişti ve her nasılsa iyi adamlar gibi kazanıyorduk sonunda. Üstelik zengin de değildik. Bolu da borç harç kamp yapan bir takımdık. Gordon Milne, kıt kanaat geçinen bir ailede, çalışıp, kendisi tatmadan herşeyi tattırmak isteyen bir abiydi. 1-0' lar, 0,5-0 galibiyetlere razıydık. Herkes gibi yalıda oturma hayalimiz yoktu, yalnızca kiradan çıkmak istiyorduk. Her nasılsa, mahallenin gururu olan üniversite kazanmış çocuklar gibi de başarıyorduk.

Gordon başkan şampiyon takımı yapamayınca, Süleyman Seba onu kovmazdı. Vefa, güven, bildiğimiz tüm babacan kavramlarla işine devam ederdi. Şimdi idrak ediyorum ki ben futbol izlemekten haz alan bir adam değilim, sadece bu güzel hikayeyi iyisiyle kötüsüyle izlemeyi seviyordum. O yüzden Beşiktaş her zaman Gülşen Bubikoğlu olarak kalacak. Hülya Avşar, Türkan Şoray değil Gülşen Bubikoğlu.

Milne başkan hiç gülmezdi ama hiç de üzülmezdi. Çocuk kafam onu sevemezdi, korkardı. İşte bu gece de ne sevinç ne de bir üzüntüm var. 1-0, 0.5-0' lara razı, şerefli ikincilikleri idrak etmiş bir şekilde oturuyorum ve bekliyorum.