8 Kasım 2010 Pazartesi

Çağdaş

Asıl soru şu: Bugün 1973 yılında çıkmış olan Sabbath Bloody Sabbath albümüyle zevkten çıldırıyorken, acaba 1973' te bu yaşımda olsam yine de onlarla coşku ile dolacak mıydım?
Emin değilim ama sanmıyorum. Konuşmaya devam ettik. Fark ettim ki "Öp Beni, Sonra Doğur Beni" ' nin de çıkış tarihi 1973. Peki ya onu şimdiki gibi sevecek miydim? Tutunamayanlar' da ondan bir sene önce çıkmış. Ben Oğuz Atay yerine haldır haldır yine Dostoyevski müptelalılığına devam mı edecektim?

Çağdaşlarınca anlaşılamadı diye üzüldüğümüz insanların çağdaşı olsa idik, onları üzenlerin arasında yer alacaktık sanırım. Kimbilir hangi çağdaşlarımızı üzüyoruz. Ben 2040 yılına geldiğimde bak 2011 yılında yazılmış bu ama o dönem pek de itibar görmemiş denen kitaplar okursam şayet üzüleceğim.

Vicdanımı sürekli Vicks ile ferahlatma çabam takdire şayan!

6 Kasım 2010 Cumartesi

Echoes

Turist Ömer Uzay Yolunda' yı kaçıncı kez izledim bu sabah bilemiyorum. Ancak uyanamadığım bir şey varmış. Bildiğin Pink Floyd' dan Echoes çalıyor.
Psychedelicliğin sınırındaki bu filme de bu yaraşırdı.

2 Kasım 2010 Salı

Bizim Yandaki İnşaatın Rodyum Fiyatlarına Etkisi

Sondan başa giderek yazmam daha doğru olacağına inanıyorum. Rodyum periyodik cetvelde geçiş metallerinden olup, atom numarası 45' tir. Altın ve platin gibi nadir olduğu kadar değerli metaller sınıfındadır.
Bu günlerde 1 onsu yaklaşık 2500 dolar civarında seyretmektedir.

[1]


Yani bizim hesapla, kilosu 80.000 ile 90.000 dolar arasında dalgalanmakta.
Kullanım alanlarını sayacak olursak, katalitik konverterler, savunma sanayii, yanı sıra nükleer reaktörlerde nötron akış seviyesinde dedektör olarak kullanılmaktadır.

Buraya kadar anlattıklarımı inşaat sektörüyle nasıl bağdaştıracağıma gelecek olursam, rodyum fiyatları 2006 yılında yaklaşık olarak 6000 dolar seviyesine kadar yükseldi. Bunun muhtelif sebepleri de söz konusu bittabi. İkincil üretici seviyesindeki Rusya'nın arzının düşmesi fiyatlarının artmasında etkili oldu ama bizim yandaki apartmana taşınanların aldığı LCD televizyon, ufaktan alınan fiber glass yat ve özellikle de aldığın yeni araba rodyum fiyatlarının dönemsel olarak fiyatın patlamasına sebep oldu.

Hiç bekler miydiniz oturduğunuz yerden derbileri daha iyi izlemek için aldığınız LCD televizyon dünyanın 4 bir yanında böyle bir etkide bulunacağını? Tüketim hızına yetişemeyen ve asla yetişemeyecek olan rodyum tedariği sebebiyle fiyatı, senin yeni arabadan daha iyi kaçmaya başladı.

[2]


Bor severler ekran başına!

[1]http://www.kitco.com
[2]http://www.tutor2u.net/economics/revision-notes/as-markets-rhodium.html

VAIO

Reklama girmesin ama böyle güzel dizayn edilmiş logoyu anlatmazsam ölebilirim. Bu VAIO' nun açılımı Video Integrated Audio Operation o güzel. Ben logosunu da sırf şekil sanırdım. Ancak dikkatli inceleyince biraz da sorup soruşturunca V ve A' yı gösteren şekil aslında temel analog sinyali gösteriyor. I ve O ise dijital sinyali.
Ziraat Bankası kadar güzel bir logo.


1 Kasım 2010 Pazartesi

Apres Moi Le Deluge

Okuyan,

Ben frankofon değilim ama denk geliyor artık. Bahis açma bu konuya. Benim söyleyeceklerime kulak kabartmanı istiyorum. İzmir' den gelen geceleri sıcak ve neşeli, gündüzleri soğuk ve mikroplu havayı teneffüs ettiğimden sanırım hastalandım.
Yatakta kendimi yormamak ve insanı tedavi ettiğini gördüğüm güzel kadın ve sesini yemekten sonra alırken, Regina Spektor' un Apres Moi' nın ne demek olduğunu bu güne kadar neden merak etmediğimi merak ettim. Çünkü merak etmem için gereksinimler;

1. Regina Spektor' u seviyorum.
2. Üstelik en sevdiğim şarkılarından biri
3. İsmi Fransızca, Sözler İngilizce, bir kısmı Rusça

Bu kadar veri söz konusu ise bunun şifre içeren KGB iletisi olduğuna bile varabilirim. Çok şükür, soğuk savaş bitti de bu satırı yazan ellerim demir parmaklıkların arkasına kilitlenmedi.

Genelde biraz araştırıp öğrendiğim şeyleri paylaşmayı sevmem. Nasıl cebimizdeki parayı durup dururken kimseye vermezsek, zaman harcayarak elde ettiğimiz şeyi, belirli bir bedel olmadan paylaşmam ya da ihtiyaç kalemi olmasını beklerim.


Madde madde merakımı, maddeler üzerinden anlatacağım.
1. Regina Spektor' u sürekli seviyorum. Sevgimde süreksizlikler olmayacak. Büyük ihtimalle de sevgim ivmesiz olarak sürecek.
2.En sevdiğim şarkılarından birinin ismi aslında “Après moi, le déluge”' den geliyor. Yani
"Benden sonrası tufan..." Bu söz Louis XV.(1710-1774)' e ait. Diğer bir görüşe göre Madame de Pompadour (1721-1764) yani sevgilisine ait.

Olaya yaklaşımımıza bağlı olarak Louis XV' in bu sözü, halefi Louis XVI' nın devrimden bir gün önce günlüğünde "Bugün kayda değer hiçbir şey olmadı" sözünden çok daha ileri görüşlü bir söz olduğu kesin.

3. Şarkının Rusça kısmı da Boris Pasternak' ın bir şiirinden

February. get ink, shed tears.
Write of it, sob your heart out, sing,
While torrential slush that roars
Burns in the blackness of the spring.



NOT: Bu söz Yunan kökenli çıktı.

ἐμοῦ θανόντος γαῖα μιχθήτω πυρί·
οὐδὲν μέλει μοι· τἀμὰ γὰρ καλῶς ἔχει.
(Tragicorum Fragmenta Adespota)
Yani;

When I die, let earth and fire mix:
It matters not to me, for my affairs will be unaffected.

Ben çevirmedim, merak etmeyin.

NOT 2: Regina Spektor' un en sevdiğim şarkısı şüphesiz "Lady"

31 Ekim 2010 Pazar

A4

İlk kelimeyi yazıp çok kez sildiğinizde, artık ne yazacağınızı bilmezken, 10 15 kelime yazarak kompozisyonlardaki kelime doldurma cümlelerinize dönersiniz ya, şu anda bu cümlelerim de doldurma gibime geliyor.

Aslında anlatmak istediklerimiz ki buna hayatımız üzerine söyleriz genellikle; A4' ü doldurmaz derken, birden sayfalarca yazılabilecekmiş gibi gelir. Garip bir benzerliği bazen yürürken yaşıyoruz. Mesafeler gözümüzün kesebildiği kadar kısa kesilemiyor. Uzuyor, yoruyor ve bezdirebiliyor. Anlatacaklarımız da benzer bir yoldan gidiyorlar. Hatta bazen anlatmaktan vazgeçme raddesinde.

Tam cümleye başlayacakken arkanızda Timur Selçuk;

Adam bitkindi, adam seviyordu
Kalan kederdi, giden gemiyse
Taş olduğu içindir dedim
Rıhtım taşları erimediyse

diyorsa, artık sizde A4' ü dolduramayacak adamlardan biri olup çıkarsınız. Size mâl etmeyeyim ama ben o adam olabilirim.

Şunu fark ediyorum ki, anlatmak istediklerimi, tam olarak isteyip istemediğimi de anlattım. Yani televizyon stüdyosuna telefonla bağlanan adamı düşürdükleri, burada yabancı yok biz bizeyiz zevzekliğine düşemem. Maalesef okuyan kişi seninle o kadar samimi değiliz.

En samimi şekilde şunu söyleyeyim bir süre kapalıyız. Anneannemlerle ilgilenmem gerek. Benim de beslendiğim kaynaklar var. İçimizdeki İrlandalılar değil ama az çok anımsatan muhacirler onlar. Vedamı da Arif Şentürk'le yapmak istiyorum. Ne de olsa memleketlim.

28 Ekim 2010 Perşembe

İzmir-İstanbul Arasında Pazarlık Otobanı

Proje için biçilen süre aslen 7 yıl olup, Başbakanımızın canhıraş pazarlığıyla süre bir anda 5 yıla düşer.

Otoyolun 5 yıl içinde tamamlanmasının uygun olduğunu ifade eden Erdoğan, "Neye dayanarak, 5 yıl diyorum Nuri Baba, Adnan Bey, Yüksel Bey? Burada 6 tane güçlü firma var. Hep beraber 5'e böleceğiz bu güzergahı. Bir taraftan köprü yürüyecek. Köprüyü 2 yılda bitirmemiz lazım. Köprü bizim için çok çok önemli. Çinlilerle isterseniz masaya ben oturayım da konuşayım. Çinlilerle de Korelilerle de konuşalım. Köprüyü çabuk bitirmemiz lazım. Hayati önem taşıyor. Köprüyü bir an önce bitirmemiz halinde bu güzergah hareketlenecek. Öncelikle bir defa İstanbul-İzmir otoyolunun projesini nihai olarak 5 yıla indirelim. 5.5 diyen, 5 de der. Oğuz Bey 'emriniz olur' dedi, 5'i kabullendi"


Kaynak:Milliyet

22 Ekim 2010 Cuma

İsmail Türüt Show

Şevki Yılmaz’la ilgili parçada ise şu sözler yer alıyor:

"Esselamünaleyküm deyip başlayacağım
Mekke'de Mina'da şeytan taşlayacağım
İbreti alem için gidin Rize'ye bakın
Şevki Yılmaz hocama gidin nazar boncuğu takın
Bu medya kahpe, her şeyi abartıyor
Hocamın icraatları göğsümüzü kabartıyor
30 tane dosyaya bilmem ki ne yazdılar
Sadece beni değil bir milleti üzdüler
Mücahit Şevki Yılmaz İslam'ın mareşali
Bunların kanlarında var Allah'ın nişanı
Sonunda karar verdik, sen vekil olmalısın
Rizelilerin haklarını orada aramalısın."

20 Ekim 2010 Çarşamba

Aç-Kapa

Teknolojinin ulaştığı noktada hala her şey temel çözümlerle hallolması beni ziyadesiyle rahatsız ediyor. II. Dünya Savaşı' ndaki Rus tankı gibi her şey iki kolla çözülebilir halde olsun ki, herkes üstesinden gelsin diye mi düşünüyorlar bilmem ancak televizyon da, bilgisayar da, X-ışını difraksiyon cihazı da aç-kapa yaparak düzelmesi beni artık rahatsız etmeye başladı.

Problem seviye olarak aç-kapa ile çözülebiliyorsa, bana hiç ulaşmadan siz onu tamamen ortadan kaldırabilirsiniz gibime geliyor. Haksızsam haksızsın da diyebilirsiniz. Amaç bana teknolojik bir problemi çözdürerek, egomu kuvvetlendirmek ya da hala makineler çok aciz, o kadar aciz ki aç kapa yapmazsam çalışamazlar gazı sağlamak mı? Şayet bunu düşünüyorlarsa verdiğim paradan ayrılan innovasyon payının tamamının teknolojik AR-GE yerine sosyolojik AR-GE' ye de ayrıldığını düşünmeye başlayacağım.

Benim için aç-kapanın tam manasını koruyan bir tek ARTEMA var. Şener Şen oynadığı reklam serisi, aç-kapa ile aramızı ısınmasını sağlamış, musluk dünyasında bir devrim niteliğinde bir harekete sebep olmuştu.

Molierissimo

Bir kısmı yaşı tutmadığından, bir kısmımız da uyanma saatleri uygun olmadığından az izlediğimiz çizgi filmlerden biriydi Molierissimo. Louis de Funnes' un oynadığı Cimri' yi izlerken aklıma geldi yazayım dedim. Yapımcıları benim en büyük korkularımdan biri olan Clementine ile aynı olan çizgi film, kalitesi ile çağdaşlarının çok ötesindeydi.
Fransız İhtilali öncesi; Moliere, 3 Silahşörler hatta Cyrano de Bergerac hepsi aynı yerdeydi. Quentin bir gün Moliere ile piyeslerde, bir gün 3 Silahşörlerle beraberken bakakalıyorduk.
İnsan durup dururken Fransa' yı sever hale böyle gelebilir.
Jeneriği için;
http://mellowsubmarine.tumblr.com/post/1358205140/molierissimo-1987


NOT: Bir de Nejat Uygur' un "halıya basma lan" repliği olan oyununda, -tahminen Param Yok Memet- biraz Cimri' den esinlenilmiş olmasın.

19 Ekim 2010 Salı

SI Birim Sistemi

Saniye dediğimiz saatin bir tıkı, takriben Sezyum -133 atomunun temel enerji durumunun hiperince düzeyleri arasındaki geçişe karşılık gelen ışımının 9.162.631.770 periyotluk süresine eşit bir zaman birimidir.
Hani mezurede çocukken zaman geçsin diye ölçtüğümüz Metre, ışığın boşlukta 1/299.792.458 saniyede aldığı yol olarak tanımlanmıştır.
Bunların arasında yalnızca kilogram insan yapımı bir standart ile ölçülmektedir. 1889 yılında sabit bir etalon kütle olarak kabul edilmeden önce kg, +4 °C de 1 dm³ saf suyun kütlesi olarak tarif edilirdi. Paris'teki Milletlerarası Ağırlıklar ve Ölçüler Bürosu'nda bulunan iridyum ve platinden yapılmış, 39 mm çapında ve 39 mm yüksekliğinde silindir şeklindeki etalon cismin kütlesine eşit kabul edilmiştir.

Bu birimler ilk ortaya atıldığında acaba gerçekten bahsi geçen saniye ve metreler bunlar mıydı? Ortaya konulmuş olan ilk saniye ile şu anda bilimsel olarak ölçülen saniye aynı miktarlar mı?
Diyeceksiniz ki dünyanın kendi etrafındaki dönüş süresi kesin olduğundan bu da aynıdır da. Dünyanın haberi var mı bizim kılı kırk yarıp saat, dakika, saniye yaptığımızdan?
Hele bizim mezureleri tam 1 metre olduğuna mümkün değil inandıramazsın. Çocukluğumda tevekkeli uzamak bilmezdi boyum.

Bizim Evin Halleri

Ben bu diziyi izlemeye başladığım zamanı bile hatırlamakta güçlük çekiyorum. Söz konusu bir efsaneleşme, tutunma gibi bir problematiğe el atılacaksa, bu dizinin referans alınması gerekir diye düşünüyorum. Özellikle bölüm sonlarında "8675. Bölümün Sonu" ekleyerek ayrı bir kutsiyet kazandırıyorlar. Orada oynayan insanların evine kamera yerleştirsek, zaten ancak bu kadar dizi olur.

En güzel yanı da diziyi izlerken gözümü kapatınca, açtığınızda ya NY sokaklarında, Paris' te bulmayı bekliyorum. Hepsi birbirinde nadide tiyatro sanatçıları olmaları yanı sıra en sevdiğim karakterlerin sesleri olmuşlar bugüne kadar.

Bizimkiler, Yazlıkçılar olduğunda, O, öbürünün eşi, diğerinin kızı olunca error veren bünyeler, bu dizide de Ferhunde Hanımlar erroru oluşturuyor.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Kızıl Çamur - Bir Bayer Prosesi

Gazetelerde gördüğümüz kızıl çamur hikayesi aslında benim "Kimyasal Metalurji" ya da "Ekstraktif Metalurji dersinde cevaplayamadığım sınav sorumdu. Maalesef bahsi geçen kızıl çamur ya da bir diğer deyişle "boksit"in üretim prosesini hatırlayamamıştım. Kızıl olunca bakır olacağını düşünüp, OutoKumpu Proses anlatmıştım.

Bu kızıl çamurun içerdiği tehlikeyi bir de ben anlatayım. Boksit(bauxite) cevherinin oldukça alkali oluşu ve yüksek pH değeri asıl tehlikenin başladığı nokta. Bu yüzden doğa için ciddi bir tehlike arz ediyor. Bunun yanı sıra yapısında ağır metaller de var. Bu çamurdan aluminaya kadar uzanan üretim prosesini de anlatayım bir de.

1.Boksitin hazırlanması(kırma ve öğütme)
2.Desilikonizasyon(Silisyum'un uzaklaştırılması)
3.Liçleme
4.Sedimentasyon ve kızıl çamurun durulanması
5.Hidratların ayrılması ve işlenmesi
6.Buharlaştırma
7.Kalsinasyon
Sonuç :Alumina(Al2O3)
bu şekilde yazarak hocamdan ancak 2 puan alabilirdim ama sanırım burada yazdıklarım şimdilik yeterli olacaktır. Kalsinasyon sonucu elde edilen aluminadan aluminyum üretimi aşağıda yer alan akışla daha net açıklanabilir. Kızıl çamur felaketi sakın aluminyum üzerinden demeyesiniz ama.

Saygılarımla

15 Ekim 2010 Cuma

Reklamın İyi-Kötü Tarihi

Salieri ile Mozart arasındaki kıskançlık ya da bahsedilen kıskançlığın ne boyutta olduğunu bilemiyorum. Ancak ufak tefek notlar vermek gerekirse Salieri, Mozart Viyana' ya teşrif ettiğinde çok daha ünlü, saygın bir müzisyendi. Hatta, Mozart' ın babasına yazdığı mektuplarda Salieri' yi kıskandığı gibi görülebilir. Don Giovanni yerine onun operaları sahneleniyor, başvurdukları işlere Salieri tercih ediliyordu. Aralarında ciddi bir düşmanlık anlatan çok net kanıtlar olmamakla beraber, ortak çalışmaları olduğuna gösteren kanıtlar mevcut.

Elimde çok bilimsel bir kaynak olmadığından ateşle savunamadığım fakat Amadeus' taki veya Rimsky-Korsakov' un Salieri-Mozart operası gibi bir öfke gibi olmasa da ciddi rekabet olduğuna inanıyorum. Ancak düşünüldüğünde durumu dramatik olarak görmek hoşa gidecek cinsten. Dönemin Viyana'sında Salieri onu zehirlemekle uğraşmaktan çok daha önemli işlere sahipti ancak dehanın iyi olma zorunluluğu ile geriye kalan pozisyona yerleşen kötünün reklamı da bu şekilde yapılıyor sanırım. Salieri'nin de ölümsüzlüğü; üstüne yüklenen Erol Taş misyonu ile sağlanıyor acı şekilde. Herkes onu eserleriyle değil, ayak kaydıran, kıskanç hatta katil olarak hatırlayacak. Mozart tanındığı sürece o da tanınacak. Modern bir Habil-Kabil hikayesi gibi hatta.


Salieri' nin bir kaç eserini Cecilia Bartoli sayesinde dinleme fırsatım şans eseri oldu . Uzman değilim ama kimsenin rahatsız olacağı ya da yeteneksizlikle itham edeceği seviyede bir sanatçı olmadığı da çok açık. Ne büyük şanssızlık bir deha ile aynı dönemde olmak ve üstelik onun dehasını olduğunu sezebilecek nitelikte olmakta.

Bu ilişki hakkındaki nitelikli bilgilerin kaynağı ise altta:
Abert, Hermann; Spencer, Stewart; Eisen, Cliff (2007). W. A. Mozart. Yale University Press. p. 623. ISBN 978-0300072235.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Sibernetik

üç kere üç dokuz eder
bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
"mutlu aşk yoktur"
bilirsin

ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur

karekökü de yoktur
Turgut Uyar

12 Ekim 2010 Salı

"i hate quotations. tell me what you know."

R.W.Emerson

Beni bulsan, bir kaşık suda boğarsın. Neden artık burada değilsin Waldo?
Amerika'nın Meksika'ya açtığı savaşta insan başına 1 dolar vergi vermeyi zorunlu kılmıştır. Henry özgürlükçü bir adamdır, Waldo'yla da bu düşünceyi paylaşır. Bu yüzden Henry, vereceği o parayla yeni bir silah veya adam satın alınmasın diye parayı vermeyi reddeder ve hapis yatar. Arkadaşı Waldo yanına hemen koşarak gelir ve malum soruyu sorar:
- Henry sen neden burdasın?
- Waldo sen neden değilsin?

Henry: Henry David Thoreau
Waldo: Ralph Waldo Emerson

ha bir de İsmet Özel...

5 Ekim 2010 Salı

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye Başkanı Akın Öngör, dünyada en fazla ayak izi bırakan ülkenin ABD olduğunu belirterek, “Dünyadaki herkes bir ABD’li gibi yaşasa 5, bir Türk vatandaşı gibi yaşasa 2 tane yerküreye ihtiyaç var” dedi.

Kaynak:Hürriyet

NOT:
Dünya' daki karbon izi olmayan şehir de Masdar' mış.
Fosters&Partner adlı firmaya ait proje şehir.

Aklıma gelmişken

3 Ekim 2010 Pazar

Tutunamayanlar

Milliyet' te bugün "Tutunamayanlar" başlığı altında Harika Avcı, Esra Balamir, Tuğba Ekinci, Yılmaz Morgül, Banu Zorlu, Nez gibi isimleri görünce üzüldüm. Benim algımı seçiliğinden Turgut Özben, Selim Işık ve Günseli' yi görmeyi bekledim yersiz bir şekilde. Kış ortasında karpuz arayan gözler oldum ben.
Değil mi Olric? Böyle olması da disconnectus erectusun temel şart ve vazifesi değil miydi?
Devlet Başkanı Rafael Correa' nın bir hastanede polislerce kuşatılıp, askerlerce operasyonla kurtarılmasına değil de gerçekten "Kemerleri sıkmamız gerek." deyip demediğini teyit etmek istiyorum. Televizyona çıkıp elinde kalem, önünde bilgisayarla Ulusa Sesleniş de yapıyor mu? Ben bunu merak ettim.

Geçmiş olsun dileklerimi ulaştırmak isterim şahsına.
Ecuador ile Türkiye' nin dostane ilişkilerine zerre zarar vermek istemem.

Işık Yayan Diyotlar

Çok soruyorum ama ışık yayan diyotları(LED) bulan güzel insanlar, arabanın altında imaj olsun diye serildiğini, cağ kebap reklamı olacaklarını bilselerdi sanırım çok daha faydalı başka bir çalışmaya yönelirdi.
Az çok içinde bir süre bulunduğum teknolojik araştırma sürecini düşünürsek, kahrolmamak işten değildir.
Arkasında ciddi bir yarı iletken teknolojisi var. Hani fizik, malzeme, elektronik ayakları yanıyor sönüyor ama Cağ Kebap reklamı olarak bitiriyor süreci. Olayı çok baside indirgedim ama mucidi de çok farklı düşünmüyordur yahu.

Benim yaptığım çalışmayı çakmak taşı olarak görsem bi yandan belki sevinir, vücut bulmuş derim de, neden sonar ekipmanı olmadı diye de içlenirim.

2 Ekim 2010 Cumartesi

Yeşil Küresel Baskılı Tişört

Bill Clinton diyor ki
"Allah seni inandırsın Manhattan' da emlak geliri seviyesi yüksek bölgesinde yaşıyorum. Bu böyle devam ederse yandım ki ne yandım. Evim ve Kuzey Amerika' nın büyük çoğunluğu sular altında kalacak."

Bu küresel ısınmadan artık kendimi sorumlu tutacağım. Sanki karbon ayak izim bir devinki kadarmış gibi davranılıyor. Hayır ben poşet, deodorant kullandığım ve muhtelif tüketim araçlarından faydalandığım için dünya bu hale geldi sanırım.
Bill Clinton sivillerin dünyadaki küresel ısınmaya bireysel olarak etkisinin 10%' u çok fazla aşamayacağını bildiği halde bizden ne bekliyor.

1. Televizyon ve bilgisayarlarımızı kullanmazken kapatalım
2. Suları boşa harcamayalım.
3. Çamaşırları toptan yıkayalım.
4. Bulaşıkları bulaşık makinesinde yıkayalım.
5. Petrol ve türevlerinde üretilmiş ürünlerden kaçınalım.
vb....

Hayır buna inanabilmek mümkün mü? Sanayi Devrimi' nden önce bunlar üzerine çok düşünüldüğünü sanmıyorum. Bu mantıkla ilerlersek Fatik Sultan Mehmet davranışları ve söylemiyle Greenpeace eylemcisi olması gerek. "Ormanlarımdan bir ağaç kesenin kellesini keserim." demiş adam. Ben kendisine ya da gıyabında birine herhangi bir ödül verildiğini işitmedim bu hususta.

Dolayısıyla Sanayi Devrimi ve onun getirdikleri sebep olmuş olmasın sakın kürece ısınmamıza. Mesela bizim apartmanın dünyaya bir KOBİ' nin üretimi esnasında verdiği kadar zarar verme imkanı var mı? E zaten bir kıta hiç zarar veremiyor istese de.
Ya arkadaş bu nasıl olacak, ben hem evime bulaşık makinesi alacağım ve sonra o bulaşık makinesi fabrikasının benim için özenerek ürettiği makinenin yarattığı kirliliği, daha az su harcayarak kapatacağım? Üstelik ben onun parasını kazanmak için sanırım ya ağaç dikeceğim ya da doğayı yücelten dizeler yazacağım. Bu mantıkla ütü de yapmamak gerek. Zaten çok yüksek bir enerji sarfiyatı içeriyor. Küresel ısınmaya engel olayım diye ütüsüz pantolonum, 10 günlük sakalım ve bir hafta banyo yapmamış bedenimle bir işe kalkışsam, küresel adab-ı muaşeret kuralları çerçevesinde dışlanırım.

Kendimi depremde sonra çullanılan Veli Göçer gibi hissettim. Üstelik dünya başıma yıkıldı. 2050 yılına kadar küresel ısınma gözle görülür bir hal alacakmış. Umarım ben o yılları görürüm ve iki çift laf etme şansım olur bu tantanaya.

Not: Üşenmedim baktım Las Vegas' ın elektrik tüketimine. Hani bireysel olarak ben dünyayı yıktım ama başkaları ne yapıyor diye.
Las Vegas için 23,030,806 MWh/yıl ilk ulaştığım sayı.
Başka bir kaynakta ise ortaya çıkan ise bence daha anlamlı olacak karşılaştırılabilirliği ile.

"Each new resident will need 20,000 kWh of electricity a year. That will be 400,000 megawatts at a cost of $40,000,000 a year producing 160,000,000 tonnes of CO2 per annum."[1]

Şehre yerleşen her bir kişinin 20.000 kWh/yıl elektriğe ihtiyacı olacak. Bu da 40.000.000 milyon dolar değerinde 400,000 MW elektriğe tekabül etmektedir. Bu elektrik üretimi 160,000,000 ton CO2 meydana getirmektedir.
Normal bir Amerika vatandaşı için yıllık elektrik sarfiyatı 10.000 kWh/yıl iken, Türkiye için bu rakam 3.000 kWh/yıl[2] olarak hesaplanmıştır.

Sonra da 70 dolarlık LED ampuller kullanarak bu sarfiyatın 1/10' a düşürüleceği anlatılmış. Bana bulaşıkları, çamaşırı toptan yıkayın diyenler, arada biz Las Vegas' ı dinlenmeye alsak mı demek sanırım akıllarına gelmiyor.

Bugüne kadar kara poşete gizlenen sadece içkiler diye düşünüyordum ben. Demek ki küresel ısınma da oraya gizlenmiş.






[1]http://green.thefuntimesguide.com/2007/04/las_vegas_energy_use.php
[2]http://www.dsi.gov.tr/hizmet/enerji.htm

30 Eylül 2010 Perşembe

30 Eylül 2010 Ozzy Osbourne Konseri

Kardeşini her konser sonrasında ne çaldı yahu diye düşünüp, yorulmayın diye bir iyilik yapıyor.

Bark at the Moon
Let Me Hear You Scream
Mr. Crowley
I Don't Know
Fairies Wear Boots
Suicide Solution
War Pigs
Road to Nowhere
Shot in the Dark
Iron Man
Killer of Giants
I Don't Want to Change the World
Crazy Train
--------------------
Mama, I'm Coming Home
Paranoid
--------------------
Flying High Again


Hadi yine iyisiniz.

I don' t fuckin' hear ya

29 Eylül 2010 Çarşamba

Televizyonda poşu takmış, bıyıklı, yanık esmer tenli Hristiyanları görünce şaşırmıyor musun? Kafamızdaki Hristiyan algısında sürekli güzel kılık kıyafet, pazar günü, vaazlar yok mu? Şimdi Suriye' nin ortasında Hristiyan ağır ağır ibadet ederken, hiç Amerikan filmi havası olmuyor.
Tabi kafadaki Müslüman algısı da onun kadar anlaşılmaz durumda. Entari, sakal, tipik karakafa imajı. Bu noktaya kadar anladım da sonradan Müslüman olan adam niye bu kılığa bürünüyor ben bunu kavrayamadım.
Cat Stevens' a bak. Senin yakışıklılığını annem hala konuşuyor. Anladık müslüman oldun. Din kardeşimiz oldun fakat tavuğu aldın diye kümesini de alman gerekmiyor. Müslüman olunca sakal, saç, entari yapmak mı gerek?

Afrikalı insancıkları da Hristiyan yapınca, pantolon-gömlek giydirip, "nizama" soktunuz diye, sen niye böyle yaptın Yusufçuğum?

26 Eylül 2010 Pazar

İsmet Paşa' nın Maça Ası

...Sonunda başbabaş kaldılar. Mevhibe Hanım baygın yatan kocasının elini avuçlarının içine aldı, ayılmasını bekledi. İnönü gözlerini açınca eşinin gülümseyen yüzüyle karşılaştı. Normalde o saatlerde yemek masasını üzerine yeşil çuhayı serer, bezik oynarlardı. Paşa eşine:
"Hanımefendi elimde üç as var, dördüncü as da gelecek ve oyun bitecek."
Mevhibe Hanım' ın gözyaşları kucağına düştü. Ölümü simgeleyen maça asıydı.

Kaynak: İsmet İnönü Belgeseli - Can Dündar/Bülent Çaplı

Maça asının geçmişi, üşenmeyenler için

21 Eylül 2010 Salı

Samael.

Bu haftaki durumu temsil eden şey, beni bu duruma getiren grubun albümün isminde de yer alıyor. "Ceremony Of Opposites"

10 sene önce ağır metal hamlesini gerçekleştirmiş hızlı hatta koşar adım giderken, Samael konsere geldiğinde ne yaptıkları beni çok ilgilendirmemiş hatta elektronik altyapı ve makina davul kullandığı kendi kendime tavşan-dağ ikilisini yaşatmıştım. Ağır metal hamlesini yaparken bilmeden mesleğimin de hamlesini yapmışım tabi.
10 sene önceki beni, bana küstürdüm. O tavşan oldu. Ben dağ.
10 sene sonraki bana da güzel bir kibir örneği bıraktım.

Persepolis

Bilindiği üzere, burada vatan kurtaran aslan, "forward" ileti aydını yazısına hiç vermedim. Çünkü bunların gerçeklikle alakası olmadığı gibi etki değerliklerinin oldukça düşük olduğu kanaatindeyim ancak bugün ufak tefek de olsa yazmak istediğim bir husus var. Bu akşamın anlam ve ehemmiyetinden dolayı bunları yazıyorum. Oturup saatlerce nutuk sevmediğimden kendimi ve okumakta olanları zehirlemeyi yeğliyorum.
Burada bahsettiğimi sanmıyorum ama Persepolis sanırım izlediğim en duygusal filmdir benim için hayatta. Diyeceksin bu nasıl bir alakasızlık? Düşünce bütünlüğünü bozan cümleyi bulunuz sorusu olarak bakıldığında kolaylıkla bulunabilir fakat buradan yola çıkarak anlatmak istediklerimi de açıklayabilirim.

Başıma bir şey gelmeyecekse, Humeyni' yi sevmiyorum. Humeyni' yi iktidar haline getiren muhtelif ekonomik hedefleri ve onun arkasındaki ekonomik modelleri de sevmiyorum. Karşıtı görülen ekonomik modele de taraftar olamıyorum. Bertaraf haldeyim. İnsanın o muhteşem bütünlüğünü ve kendisinin "yarattığı" rezaletlere hep susuyorum.
Persepolis' te Marjane' ın dünyasını Büyük İskender' in Persepolis' i yerle bir etmesi gibi yok etmeleri ve artık onun da kaybolması beni de yıkmaya çeyrek kala hatta geçe durumuna getirdi.

Buradan Türkiye İran olur demem, diyemem. Zaten bunu söyleyecek bir sürü okumuş, bu konuda ihtisaslı adam var onlar üstüne düşünsünler. Fakat yaralandığım nokta, senin benim gibi bir hayatı olan, ailesiyle, dostlarıyla dünya yaratan, iç dünyasında Alice' in düştüğü çukur gibi sonsuza giden derinliğe sahip insanların "devrim" sayesinde Persepolis gibi yerle bir olması.

Hangi otorite mekanizması olursa olsun, güzelim insanların dünyaları alt üst etmesi ve onları bir hortum gibi oradan oraya savurması açıklanamaz. Dünyasını terk etmek zorunda kalıp, uzay boşluğunda önce yörüngede kalıp, bir süre sonra yörüngeyi de terk edip uzay çöpü haline gelmelerini aklım almıyor.

Hiçbirimiz dünya üzerinde sonsuza dek yaşayamayacağız. Ancak ruhlarımız evrende bir birikim halinde var olacak. En azından ben böyle inanıyorum. Mesela anneannemle konuştuklarım, ergenlik çatışmalarım, aşklarım, her şeyim evrenin bir köşesini dolduracak. O düşüncelerimin bir yanının ağır yaralı olmasını istemiyorum.

Sait Faik hikayesi gibi bir yaşamım varken, niçin onu Genç Werther gibi bir sonla tamamlayayım? Tercihim öyle bir sonsa yine belki pişman bir ruh olurum. Zorunda kaldıysam yaralı bir ruh olarak sürükleneceğime eminim.

Şimdi benim derdim sadece şu referandum, bu ihale değil. Benim bu derdim varken, koca bir kıta açlıktan, sefaletten kırılıyor ya da başka bir sebepten başka bir kara parçasında insancıklar birbirini kesiyorlar.

Bunun önüne ne geçecek? Bana göre Beatles düşünsel olarak önüne geçti.

"All you need is love."

Bu sebeple belki çiçek çocuklar, bahar gelmiş gibi açan zamansız çiçekler gibi soldular.

Kal sağlıcakla.

16 Eylül 2010 Perşembe

Tracy Chapman Bey Abla

Seneler var ki kafamdaki karışıklıklarda zerre azalma olmasın. Biri biterken biri başlıyor. Önce radyonun içinde adam var mı ile başlayan süreç, Zeki Müren' in erkek mi kadın olduğunu anlarken aklın gitmesi derken onların yerini Tracy Chapman aldı. İnanır mısın okuyucu hala bilmiyorum erkek mi kadın mı Tracy Chapman? Fotoğrafına baktım, olmadı. Sesini dinledim olmadı. Üstündeki Zeki Mürenvari unisex hava dağılmak bilmedi. Ne desen inanırım onun hakkında. Sevenini de anlamadım. Çok mu şarkısı var Tracy Chapman Bey Abla' nın?
Fast Car. Başka?

12 Eylül 2010 Pazar

Guthrie Govan Klinik Yazısı Değildir.

Gönül isterdi ki, sadece Guhtrie Govan bütün gece bize otursun kara tahtada ders vermiş olsun. Biz de her şeyi çalışmak, çalışmak ve yine çalışmak olduğunu zannedip, az çalıştığımızdan dolayı bu noktada olduğumuzu hissetmemizdi. Fakat onun tercih ettiği yol tam bir abi yoluydu. Aklıma ben küçükken beni eylesin diye yazık edilen Ülker abi geldi. Çünkü ona en fazla 5 yaşında, Webster kıvamında bir çocuk verilip onu eyleyip, sağ salim getirmesi gerekiyordu, üstelik bu can sıkıcı işi bana surat yapmadan yapması gerekiyordu ki, benim gibi kıl adamı -ki bu kıllığım tamamen doğal- kah köpek sevdirerek, kah futbolla kandırarak eyliyordu. Bugün de bize o abiliği benzer şekilde yaptı. Hadi buradan kalkın bi şeyler içelim ağzım kurudu demesini bekliyordum. Barlara 2şer erkek girelim, er ve erat giremez tabelası görmüş gibi davranmayın demesini bekliyordum.


Teknik izahatı o vermezken ben burada vermem. İnsanüstü çalıyor adam. Bundan sonra kısa notlara geçiyorum. Yarın yazılanları gözden geçireceğim.

NOTLAR:
1.Stage Music' ten herkese teşekkürler. Bize verilebilecek en güzel hediye ve en güzel tanıtımdı. İş bilirlik sanırım tamamen bundan ileri geliyor.

2.Ön grup Sagus kesinlikle dinlenmeye değerdi.

3. Bu da mentorum Guthrie Govan
4. Ruhunda bir muhacirlik var Guthrie' nin
5. Bugünkü dersten aldığım en önemli şey;
Bir erkek ne ister hayatında?
Yavuz Çetin - Köle

6. Ülker Abi senin düğününe geldim galiba ben. Emin değilim. Takdir edersin ki senin simanı hatırlamam zordu.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Beatle Baby TV

Hepimiz, çocuklarımızı, Beatles şarkılarını ninni olarak kullanarak hatta ileri giderek Beatles şarkılarına play back yaparak çocuklarımızın gözünde birer küçük efsaneye( yani işte baby tvdeki herhangi bir mahlukata) dönüşebiliriz. Zaten bebek odaları biraz psychodelic olduğu düşünülürse çocuğunuzla uzun ve uzun zamanlar geçirebilirsiniz. Bilinçlerinin dibine kadar işleyebilirseniz, Babalar ve Anneler Gününüzde muhtelif Beatles araç ve gereçlerine sahip olabilirsiniz.
Üstlerindeki tahammül sınırlarını zorlayan huzur da cabası.

Kim uğraşacak bostancıyı kovmakla onun yerine
piggies var. Gerçi o da çok farklı değil ama.

Size atmıyorum. Ben yapacağım işte. Hatta onu kandıracağım. Bu şarkıları benim yaptığıma dair. Sonra ilkokulda arkadaşlarına anlatacak ben de dalga geçeceğim.

9 Eylül 2010 Perşembe

Castro

Sabah Castro' nun röportajını gazetede görünce gazete okuma ilgisi düşen ben için, yeni bir girişim vesilesi oldu. Aynı mağazalardan giyindiğim kişi olan Castro yine konuşmuş kendince. Ne kadar uzun konuşmayı sevdiğini zaten belgesellerden görebilirsiniz. Meslektaş Kruşçev' le yaptığı mektuplaşmaları ve nükleer kriz üzerine konuştuktan sonra tam 85 yaşında bir adam gibi cevap veriyor:
“Gördüklerimi gördükten, şimdi bildiklerimi bildikten sonra hiç birşeye değmezdi”

Ancak merak etmeyin hala Tanrı inancı yok. Diyalektik materyalist olduğunu söylemeden geçmiyor.

Yaşayan bir efsane işte okumasan olmaz. Sussan olmaz. Süleyman Demirel de böyle uzun uzun bir röportaj verse ne güzel olur.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Özet:

İzmirliler ortalığı yıkıyorlar, ortak çıkıyorlar İstanbul' a ama İzmir olsa olsa oturma odası olabilir, İstanbul' un salon olduğu bu evde.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Seyyah No:1

Köprücük kemikleri sadece söylenişi değil, duruşu da çok güzel. Köprüden geçerken bunu yazmak aklıma geldi. Saçma ama güzel yine de.
Bugün geçmeyi es geçtiğim bir sürü sokaktan geçtim. Onları görünce çok sevindim. Hatta oralarda kendime bir çerçeve bile buldum. Alınca size de göstereceğim. Bunları tek başıma yapmazdım, teşekkür ediyorum yayında ve yapımda emeği geçene. Gökten 3 elma düşmüş, biri tabii ki bana, biri bu sıcakta şal takana, bir diğeri de yine bana bugün katlanana
Devamı da haftaya....

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Uçan Otobüsler Hizmete Giriyor- Okuyucu Yorumları

Saçmalık!
Gereksiz ve pratikte çok faydalı bir şey olamaz. . .
yazarın tüm yorumları


Vay bee
şerefsizim bende tam böyle bişey düşünmüştüm


Bayan
Bu tramvaydan kırama şeyin bir bayan sürücünün üstünden geçtiğinde olanları düşünmek istemiyorum. Bu Aracın altını ana baba gününe çevirir.


Çinliler
bu çinlilerin hiç kafası çalışmıyor ya. . bakın bizde metrobüs var yüzyılın icadı dedi ya başkanlar. . yapın bak nasıl rahatlayacak hersey. . hem ödülde veriyorlar . .


Çok mantıklı bir icad.
bende bu tarz birşey düşünmüştüm ama sorun gene kendisinde. yükseklik en aşagı 6 metreyi bulur böyle birşey. köprü altlarından nasıl geçirecekler bu yükseklikteki bir taşıtı. yolların tüm köprü düzenini degiştirmeleri gerek ki o maaliyetin büyüklüğüne gerçekten uçan otobüs yap daha şekil olsun. . .


Otobüsle ne alakası var
Tekerli Degilki Raylı Bir Sisteme Sahip Otobüsten Çok Tranvay'a Benziyor



Gittim gördüm onayladım...
çin malları amerikada en kaliteli mallar olarak biliniyor. ülkemize ekonomik durumuna göre ucuz ve kalitesiz mallar gönderiliyor. Çinde her kalitede mal mevcut ama pazarlarken adamına göre muamele var doğal olarak. global düşünelim saedce çevremizde gördüğümüz mallarla çin mallarıyla ilgili fikir sahibi olmayalım.


Saçmalık
Burda olsa bizimkiler onun içinde kaza yapar. ne otobüs kalır ne içinde kaza yapıp skışanlar. trafik felç oğlu felç olur.


İstanbul için süper tasarım
Şu anki metrobüs hatına bu sistem yerleştirilse, duraklarda ona göre dizayn edilse, bu aletin altında kalan yol aktif olacağından, İstanbul'da trafik falan kalmaz, ancak belediyede para kalır mı ? Onu bilemem :)



Helal olsun,
Video'yu seyrettim. Adamlar gercektende güzel düsünmüs. Video gösterildigi gibi trafikte akisi rahat olursa problem yasanmaz. Bu arada cin mali deniliyor ancak sayisi az da olsa cin bazen güzel ürünler piyasaya sunuyor.

Aman..
Çin malı uçan otobüs derken? Tost makinaları çalışmıyor, uçan otobüse nasıl güvenebiliriz ki?? :-)



Dönüşler
Kavşaklarda çok problem yaratır sürücülere. Otobüs dönerken alttaki araç düz gitmek isterse ne olacak. Muhakkak açıklaması vardır ama tam randımanlı olmaz. .


İstanbula çok lazım
UÇAN MİNİBÜSTE OLUR

1 Ağustos 2010 Pazar

Televizyonda ilk kez

Televizyona ilk reklamını veren büyümekte olan Anadolu Kaplanım,

Bu reklam ajanslarına kanma. Farkındayım şirket içinde o mutluluk, oradan oraya koşuşturma halinde televizyonda yayınlanacağı saati bekleyişiniz takdire şayan ancak 3. sınıf,Halil Pazarlama kıvamında jinglelarla, ortalama bir ücrete sahip reklam kuşağında kendinizi helak etmeyin. Siz ki ne develüasyonlar, ne krizler atlatıp bu noktaya geldiniz. Yapma o parayı, Halil Pazarlama'ya harcayıp ne beni üz, ne de kendinle dalga geçir. Diyorsun reklamın iyisi kötüsü olmaz ama senin gibi yazıhane sahibi adamlara o işlemez.
Gerekirse çıkarsın reklamda önünde sümen, arkanda deri, anlatırsın işleri nereden nereye geldiğini.
Yazıktır incitme atanı.

20 Temmuz 2010 Salı

Türkü Turan

Kendisini meğerse ben Mavi reklamında beğenmişim, tekrar görünce fark ettim. Bu yazdıklarımı da eğer her Türk genci gibi kendini google aratıyor ya da medya takip firmasıyla çalışıyorsa göreceğini umuyuorum.
Okan Bayülgen' in programında gördüm kendisini. 2. dereceden görücü usulü sayılır. Dünyanın en güzel kadını değil sanırım ama bir başka hal, tavır var. Burada anlatılacak gibi değil. Hem bunları kendisine anlatırım görünce.

Hadi kal sağlıcakla.

NOT: Burası İstanbul. Reklamı izleyince anladım. İzmir' de hayattan soğuyor, sıcaktan bunalıyor böyle bir araf benzeri yapı.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Graham Bell Goes To Canniball Corpse

Tüm cep telefonu kullanıcılarına ithafen,

Sevinçperver, aklı baliğ olduğunu inandığım insanlar topluluğu,

her konserde çekilen sahne fotoğrafları, videoları, ses kayıtları gibi her türlü medya evinize döndüğünüzde silinmese bile evdeki, hafızalı aygıtlarınızda atıl kapasite olarak bulunucaklar ve hiç izlenmeden kalacaklardır. Çünkü hepinizin bildiği ve unuttuğu gibi, Graham Bell' in de söylediği gibi, bu telefondur. Birbirinden uzaktaki kişiler arasında sesli iletişim kurma görevi taşır. Kendisine atanan diğer tüm özellikler vahşi kapitalist sistemde tutunmak için cihazlara türlü eklenti katan firmaların ve doyumsuz insan isteğinin ürünüdür. Şayet telefon bir çok görevi tam anlamıyla içinde bulundurmuş olsaydı, fotoğraf makinesi, kamera, müzik çalar gibi cihazlar hala satılıyor olmazlardı.
Hala telefonla çekilen Commodore 64 tipi piksel piksel adamları izleme isteğinde olan varsa, Playstation cafelere yenilik getirip, Commodore 64 Cafe açarak bu açığı kapatmasını bekleyebiliriz.

Konserlerin en güzel tarafı, aklımızda kaldığı kadarıdır. Çekilen fotoğraf değil, kafamızın içinde o günden kalan fotoğraftır üstelik kafa içinde bu görüntü HD kalitesinin de üstünde oynayabilmektedir.

NOT: Seneler sonra Cannibal Corpse' u canlı, kanlı! sahnede izleyeceğim aklıma gelmezdi. Soundcheckin ne demek olduğunu herkese göstermiş oldular. Sesleri sonuna kadar açarak, seslerin patladığı konserler yerine neredeyse albüm kalitesinde dinleme imkanı sağladılar. Corpsegrinder mahlası ile ortada dolaşan grotesk varlık, o ses nedir bir izah eder misin?

15 Haziran 2010 Salı

Bulaşık Teli

Bulaşık yıkamak güzel şeydir. Bunları yazarken aylardan Haziran, sıcaklardan çok sıcak olduğunu da söylemek gerek. Ellerinin arasından sürekli su akması güzel bir şey, muhakkak insan doğası ile ilgili bir açıklaması vardır. Bulaşıkların yıkanması kadar, bulaşıklığa yerleştirilmesi de meziyettir. Bu meziyet, genellikle sert usta- çırak ilişkisi ile öğrenilmektedir. Tamamen dizilirken izleyerek olur. Sorulduğu zaman "Ne var ki bunları?" dizmekte diyerek terslenirsiniz ve hatta dalga geçtiğiniz fikri ile ufak bir recme maruz kalırsınız.
Senelerce almış olduğunuz temel fizik bilgisine ters olarak, yan duran bir tencereye sırtını dayamış, normal şartlarda 3(yazıyla üç) kez düşmesi gereken, vatan savunması gibi duruşunu koruyan bardağın duruşu, tabakların arasına sıkıştırılmış olan türlü mutfak malzemeleri beni farklı duygulara gark eder. Aynı şekilde dağlarca bulaşık yıkansa da, 3 bardak yıkansa da sabit büyüklükteki bulaşıklığa bir şekilde sığarlar. İlk yardım çantasına unutulan tentürdiyot gibi hiç kullanıldığına rastlanmayan, bulaşık telini olduğu yerde paslanması ve kullanmak bir kenara dokunulmaz hale gelmesi, bulaşık telinin Türk evlerinin bilinmeyen ritüellerinin simgelerinden olduğunu düşündürmektedir.
Es geçtiğim bir nokta da bulaşığın temizliği ise ıslak bardağa el sürdüğünüzde çıkan sesin desibelindeki logaritmik artış ile belirlenir. Bir süre sonra bu seviye sabitlenir. Telaşa kapılmayınız. Bu yöntem, banyoda saçlarınızın temiz oluş seviyesi ile de gözlemlenebilir.

Saygılarımla.

3 Haziran 2010 Perşembe

Mavi Kuşlar

Bluebird

there's a bluebird in my heart that
wants to get out
but i'm too clever, i only let him out
at night sometimes
when everybody's asleep.
i say, i know that you're there,
so don't be
sad.
then i put him back,
but he's singing a little
in there, i haven't quite let him
die
and we sleep together like
that
with our
secret pact
and it's nice enough to
make a man
weep, but i don't
weep, do
you?

Charles Bukowski


Mavi Kuş

Mavi kuş her daim sarhoş
Biraz da bize kızmış, onun için hiç yüz vermiyor
Oysa güzel şarkıları vardı yıldızlara denizlere
Ama söylemiyor ki bizlere
Susuyor.
Suç işlemiş eller gibi
Perondaki boş trenler gibi
Ucu görülmeyen tüneller gibi
Gel hiç üzülme
Salına salına uç
Ben gelemem ama sen git biraz dolaş.
Saksağanın şakası sandılar
Muhabbet kuşları ve papağanlar
Belki de arkadaşındırlar
Kargalar gibi karaladılar
Kırlangıçlar ve serçeler
Bize biraz yalan söylediler
Çok saftık
Zararsız küçük yalanlar gibi
Yağmurdan kaçanlar gibi
Bütün vapurları kaçıranlar gibi
Gel hiç üzülme
Salına salına uç
Ben gelemem ama sen git biraz dolaş
Mavi kuş sanki bir düş
Kaşla göz arasında
Geceyle gündüz ortasında
Sokaklar bile sokaklara kesişir
Gölgeler ki güneşe bağlı
Biz ikimizde öyleyiz
Ama bilmeliyiz
Ağıramamış aydınlıklar gibi
Kireç tutmuş çaydanlıklar gibi
Hiç sevişmemiş insancıklar gibi
Gel hiç üzülme
Salına salına uç
Ben gelemem ama sen git biraz dolaş
Mavi kuş her daim sarhoş
Biraz da bize kızmış

Bülent Ortaçgil

Bu iki mavi kuş keşke tanışma şansı bulabilseydi.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.

16 Nisan 2010 Cuma

Frenk-eştayn.

Yok hatalı okumadın, ben Frenkeştayn oldum. Şimdi bu fransızca meselesi ile uzun zamanlardır başım bir hoş.

Frenkeştaynlık bünyemde meydana geldi hem de hissedilir şekilde. Öyle gece yatıp sabah kalktığımda aynada can sıkan sivilce misali değil(Gregor Samsa benzetmesi bekleyenler avucunu yalasınlar, bir buraya girmedi adamcağız).

Edebiyatı bir yandan vurur, diğer yandan kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya chanson'lar, filmler malumunuz zaten. Anlayacağınız Frankenstein gibi içine düştüğüm dünyayı anlamaya çalışırken, diğer yandan da sinkaf etmeyi ihmal etmiyorum duruma. Beni Paris' in göbeğine fırlatıp atsanız, acımdan ölür, o güzel yemekler yerine Burger King' lerde menüleri yemek zorunda kalırım.
Tam şimdi konuşmaya başlayacağım artık diyerek yerimden her kalkışım daha da dibe gömülmeme sebep oluyor. En son seslendirdiğim fransızca söz öbeği "Alagardiş far fuy".
Öbek diyorum çünkü hani biri eline tamir için bir cihazı alır, kurcalar, kurcalar sonunda artık cihaz tamir bile edilemez, parçalardan oluşan bir öbek halini alır ya. İşte bu söz öbeği de bu.(Avec Le Temps' den alıntıdır. "a la galerie "j'farfouille" dans les rayons de la mort,") Bu yaptığım istemeden Frankenstein' ın o suçsuz kızı öldürmesiyle aynı benim nazarımda.

Peki o zaman soruyorum. Doktor beni niye bu duruma soktun? Neyse en iyi bildiğim 3 fransızca şey ile bitireyim, zira sonsuza kadar Frankenstein-Frenkeştayn benzerliğini yazmak zorunda kalacağım. Bir Milton' ımız da yok ki yol gösterecek.

Liberté, égalité, fraternité!
ya da

İttihat ve Terakki' nin de dediği gibi

Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet!

18 Mart 2010 Perşembe

Kırım

Şimdi bir önceki yazıda belirtiğim Kırım Savaşı hala büyük bir boşluktur kafamda. Yani Osmanlı büyük borç yaptı şudur budur diyorsunuz çok güzel ama ders kitaplarına da bakın sonuçlardan pek bahsedilmiyor. Paris Antlaşması ile son.

Yahu arkadaş biri cevap verebilir mi?
300.000 kişilik Osmanlı ordusu
400.000 kişilik Fransız ordusu
250.000 kişilik Birleşik Krallık ordusu
30.000 kişilik Sardinya Krallığı ordusu

karşısına da 700.000 kişilik Rus ordusu ve Bulgarlar.
Hadi anladım biz taraf olarak geldik yakınız Kırım bizim toprak ne de olsa. Yine dev bir maliyet ama arkadaş Fransız ordusu diyorsun 400.000 insan diyorsun. Orient Express atlayın gelin sizi karşılayalım diyemeyiz. Zaten o esnada ne ekspres var ne Haydarpaşa. Hadi geldiler diyelim. Nasıl ikna ettin sen onları?
Birleşik Krallık hadi topladı geldi diyelim eşi dostu çevreden o Hint senin bu Paki benim. 800.000 kişiye yakın kayıp var nereden baksan.

Sonuçta ne oldu. Paris' te anlaştık. Girdiğimiz topraklardan çekiliyoruz. İşte Osmanlı, Avrupalı oldu, aramıza girdi. Antlaşmanın tarafları birbirine dalmadan önce toplanıp, anlaşmaya çalışacaklar bilmem ne.
Yani??

Kimse işte bana anlatmasın yok ticaret yolları, aman Rusların sıcak sulara inecekmiş falan...Sakın kaplıcaya gidecekler esprisini yapmayın...
Hayır tarih olmasa dizi olsa ay acaba ne olacak diye merak uyanır değil mi??

Geldik 1878' ye. "93 Harbi"
Rus dayandı Dadaş yurduna batıda maalesef Edirne'yi geçip Çatalca ve Yeşilköy'e.
Masa kuruldu Ayestefanos' ta. İmza kurumadan, Berlin' de hemen bir konferans.
Bu arada "Kim 500 milyar ister?"e katılırsanız, Sevr dışında yürürlüğe konulmayan antlaşmalar hangisi derlerse çekinmeyin Ayestefanos deyin. Çünkü o koşulların kabul edilecek tarafı yoktu. Kimsenin de işine gelmezdi.

Bu konferanslar takdir edersiniz ki durup dururken olmuyor. Eh işte o zaman İngiliz Muhipleri Derneği' ndeki adamlar anlatmaya başlıyor. Bizi hep İngilizler beladan kurtardı diye.

NOT: Evet ben hala Kırım, Selanik ve Saraybosna' yı istiyorum.

1000

Lütfen 1000. ziyaretçi. Gelince bana bir uğra çayımı iç.

Dile kolay 1000.

17 Mart 2010 Çarşamba

15 Mart 2010 Pazartesi

10 Mart 2010 Çarşamba

Bu da başlıktır

En baştan başlayayım.
Çocuklarının çok zeki olduğunu, evdeki bütün cihazları kullandığını söyleyen ebeveynlerden, ikiletmeden ödevlerini yapan çocuklardan, bunu anlatan ailelerinden, özel derslerde masaya gelen kek ve çaydan, pazara gidince kalabalık içinde popolar arasında sıkışmaktan, üstelik çekiştirilmekten, evde tek başına başının çaresine bakıp bakamayacağının merak edildiği anlardan, metalikacı sohbetinden, ateşli ateşli metal müzik müdafaasının, Plevne Müdafaası gibi yapılmasından, hocalara yapılan ukalalıklardan sonra yüzdeki ben neymişim gülüşünden, üniversite sınavına hayatımızın sonu gibi çalıştığımız dönemden, okuduğumuz okulların Yeşilırmak Kızılırmak gibi aynı yere döküldüğünün söylememesinden, mühendis olmanın marifet sayılmasından, işletme okuyanlar Hukuk çok zor demesinden, servisle yapılan yolculuklardan, kazı kazan kazırken parmak arasında kalan parlaklıktan, soğuk günlerdeki nemli yorganlardan, yabancı yataklardan, bir şeyin ucuzluğunun sorgulanmamasından, facebook profiline Türk bayrağı koyma heyecanından, Atatürk fanı olmaktan, fan olanlara "thumb up" yapanlardan, ulusalcıların, ulus devletin oluşumundan bi haber oluşundan, demokrasi faşistlerinden, insanların eşit olsun, açlık olmasın deyip de komünist yaftalanmasından, devletler yapısında kan dökmenin olduğunu inkar edenlerden, tutmayan şarkıların seçim öncesi partilerin seçim şarkısı olmasından, duvarlara ilan yapıştırmanın yasak olmasından, "main stream" dışına çıkınca entel yaftalamasından, herkesin biliyor olması gereken kelimeleri sarf edince(evet onlara kullanınca sarf oluyor) ay nereden buluyorsun bu lafları klişesinden, tüm klişelerden hatta bu söylediğimden bile, hayatın sadece gündüz saatlerine göre düzenlenmiş olmasından, paranın amaç olmasından, amaçsızlıktan, evde bulunan bozuk ama hala çalışır durumda olduğu için tamiri sürekli ertelenen cihazlardan, ayakkabılarımın topuklarının erimesinden, kitap ayraçlarımın kaybolmasından, sabhları uyandığımda üşenme alışkanlığımı bozamamamdan, yaşlanınca kulak kılllığı problemi yaşayacak olmam, festivale bilet alamamaktan, hiç bir şey bilmiyor olmaktan, bisikletimin çalınmış olmasından, yazıp yazamadığım konusundaki çekincelerimden, zamanı iyi değerlendirememekten, dondurmada limondan taviz vermeyişimden, artık gazetelerin hiçbirini çekici bulmayışımdan, televizyondan eskisi gibi zevk alamamaktan, 10 Kasım' da Atatürk' ün ölümü sonrasında dış basından örneklerde her seferinde Nazi gazetesi Völkischer Beobachter' den bile alıntı yapılmasından, İngilizce şiirleri anlamakta zorlanmaktan, kabız olmaktan, yalnız olmaktan, büyük ikramiyenin yılbaşında bana çıkmayışından, aşık olup arkasından bakakalmaktan, herkesin ekonomiden ve futboldan çok iyi anlamasından, en önemli şeylerimi çalan hırsızdan, Tuzlu kabuklu fındık arayıp bulamamaktan, aynı şarkıları saatlerce tekrar dinlemekten, dönem dönem adımın Alman, Fransız, Rus hayranına çıkmasından, Raid kokusundan, diş fırçalarının deformasyonundan,Tanpınar' ın yazdıkları dışında kalan virgülleri arttıkça anlamını yitiren cümlelerden, Kapital' i göze alamamaktan, ufak çocuklara nasıl yaklaşacağım konusundan tereddüt yaşamaktan, Kızıl saçlara zaafım olmasından ve bunlar gibi bir çok vak'adan yılgın ve müteessirim.

Saygılarımla....

Yönetim Kurulu adına

5 Mart 2010 Cuma

Bank Of England

"I promise to pay the bearer on demand the sum of …”

yazıyor paranın üstünde bildiğin senet gibi...Pek acaip dünya

5 Şubat 2010 Cuma

Deutscher Fußball-Bund

Milliyet Spor:
Alman Futbol Federasyonu (DFB), Bayern Münih'in yıldızı Arjen Robben'i şort altına uzun don giymemesi için uyardı.

Okuyucu Yorumları:

1 - Dondan ziyade
kilotlu çoraba benziyor fakat bunun giyiş sebebi belli soğuktan korunmak shov amaçlı olsaydı hak verilebilirdi bence haksız bir müdahele olmuş

2 - Ten rengi giysin
bayan patinajcılar gibi

3 - Bir çeşit ırkçılık
Adamın donuna ne karışıyosunuz ki? Altına çizgili pijama giymemiş ya. Herkes siyah tayt giyiyor birşey demiyolar da beyaza ne laf ediyorlar. Ten rengiyle uyumlu. Kırmızı don mu giysin formayla uyumlu olması için. Saçmalık. Almanlar da bir alem.

4 - Haha :d:d saçmalık:d
bu ne ya adam don da mı giymesin üşümüş ne var yani? barcelona da xavi hep giydi ona nie uyarı gelmedi acaba rengi uygun mu bulundu ki ( siyahtı ) :D:D

5 - Demek
Almanlar da iç güzelliğine önem veriyor. ;)

6 - Ten rengi giyse
olur mu acaba; benimki öneri.

7 - Beni ilgilendirmez
istersen havalar ısınınca donsuz çık?beni ilgilendirmez

3 Şubat 2010 Çarşamba

Olayları Denizaltı Etmek

Ben de "Kar yağdı böyle oldu" diye başlık atma isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Altına evden çıkarken ayağım suya girdi falan da yazabilirim önemi yok. Başlık klişesinden ben de nasibimi alayım.

"Gol için and içti" diyerek altına kolumun altında topla, Churchill selamı yapasım da var.

"Bu ..... can yakıyor" ister zam sonrası meyve, sebze ister bikinili kızlar koyulabilir.

"Ekonomi iyi yolda" diyerek evdeki masamda gerilerek bir poz da verilebilir.

Geriye hangi sayfalar kaldı. Magazin, vefat, 3. sayfa....

"Şakacı Koca dehşeti" 3. sayfa da tamam
"Erkeğimin ayaklarından heykel yaparım" magazin de tamam






Bugün canım başlık koymak istemiyor.

Sahne 1: Meclis Kürsüsü:

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, sizin huzurunuzda bu tür bir iftiraya yönelik cevap için bulunmak istemezdim.
Her şeyden önce, arkadaşımız, peygamberlik zincirinin bittiğini bilmiyor. (AK PARTİ alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sizin arkadaşınız bilmiyor, il başkanınız bilmiyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devam) – Son peygamberin Peygamberimizle beraber son bulduğunu bilmiyor…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – İl başkanınız bilmiyor.

HADDİNİZİ BİLİN!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …ve şecaat arz ederken sirkatin söylüyor.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Asıl ihlal eden sizsiniz, haddinizi bilin.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Susun be!
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Peygamberlik hakaret değildir.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Susun be!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Önce izan sahibi olacaksın. Önce izan sahibi olacaksın.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sizi izana davet ediyorum Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir defa, İnternet sitelerinde nelerin dolaştığını, ne tür belden aşağı vurmaların olduğunu çok iyi biliyoruz.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Konuşma bandı var, CD’si var.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim partimde…
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Niçin işlem yapmadınız Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Benim partimde bu şekilde bir yakıştırmayı yapan barınamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Şu an il genel meclisi üyesi.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – İl genel meclisi üyeniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın… Lütfen, lütfen otur yerine! Otur yerine!
Barınamaz, bu bir. İki…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Şu anda il genel meclisi üyesi.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen dinleyelim. Daha sonra…
OKTAY VURAL (İzmir) – El hareketi yapmayın. Biz, Meclis Başkanı değiliz. Öyle el hareketi yok! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Susmayı öğren. Önce susmayı öğren. Dinlemeyi öğren.
Kaldı ki benimle ilgili bu tür yakıştırmayı yapan siz…
OKTAY VURAL (İzmir) – El hareketi yapmayın.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Mızrağınız çuvala sığmıyor Sayın Başbakan!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Sesini kes, terbiyesiz herif!
OKTAY VURAL (İzmir) – Türkiye Büyük Millet Meclisi burası, Başbakan Yardımcınızın Meclis Başkanına yaptığı muameleyi kınayın önce.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen… Dinleyiniz, ondan sonra…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu tür yakıştırmayı yapan Siz, ayrıca, eşime laf atamazsın!
OKTAY VURAL (İzmir) – Burada CD’si…
EDEPSİZLİKTİR(Yükselen bir sesle)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bu edepsizliktir, izansızlıktır!
OKTAY VURAL (İzmir) – Burada tutanağı. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Vural…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ahlaksızlıktır!
OKTAY VURAL (İzmir) – CD’si de burada, tutanakları da burada.
SİZE İFTİRA ATAN ŞEREFSİZDİR

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başbakan, size iftira atan şerefsizdir.
BAŞKAN – Sayın Vural, Sayın Durmuş, lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sen başörtülüler üzerinden oy toplamak isteyeceksin, eşimin baş örtüsü sebebiyle…
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başbakan, önümü ilikliyorum; size iftira atan şerefsizdir.
BAŞKAN – Lütfen, sakin olunuz ve yerinize oturunuz sayın milletvekilleri. Sayın Erdoğan konuşmasını bitirsin, lütfen…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Eşimi baş örtüsü sebebiyle GATA’ya sokmayanları müdafaa edecek kadar da izansızsın.! (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İzansızsın!
OKTAY VURAL (İzmir) – İl genel meclisi üyesi yaptınız, yazıktır.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Senin il genel meclis üyen.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) –Meclisin yüz karasısın sen. Otur yerine! Terbiyesiz! Yalancı! Otur yerine!
TERBİYESİZ SENİN BABANDIR

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Terbiyesiz senin babandır.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) – Arkadaşlar, lütfen…
GEL ULAN
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Gel ulan, gel bakayım!(Dilini ısırıp, üstü başını dağıtarak)
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sen gel!
(Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş’un birbirlerinin üzerine yürürler)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ondan sonra da, baş örtülüleri yanına çekmek için müdafaada bulunacaksın. Hadi oradan!
(AK PARTİ milletvekillerinin MHP sıralarına doğru yürümeleri)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.


Bu güzel piyesin tam metnini incelemek isteyenler, TBMM Meclis tutanaklarına bakabilirler. Benzerleri için Uğur Mumcu' nun Söz Meclisten İçeri adlı eserini inceleyebilirler. Gönül isterdi ki bu güzel piyes için izleyici yorumları ekleyeyim ama gönlüm el vermiyor.

27 Ocak 2010 Çarşamba

George Carlin

the most unfair thing about life is the way it ends. i mean, life is tough. it takes up a lot of your time. what do you get at the end of it? a death! what's that, a bonus? i think the life cycle is all backwards. you should die first, get it out of the way. then you live in an old age home. you get kicked out when you're too young, you get a gold watch, you go to work. you work forty years until you're young enough to enjoy your retirement. you do drugs, alcohol, you party, you get ready for high school. you go to grade school, you become a kid, you play, you have no responsibilities, you become a little baby, you go back into the womb, you spend your last nine months floating...

26 Ocak 2010 Salı

Her intihar, biraz Kıbrıs meselesine benzer

Daha önce de düşmediğim o çukura bu sefer de düşmeyeceğim. Öyle beylik cümleler kurmayacağım. Bu önermenin tersi de geçerlidir gibi bir yanılgıya düşmeyeceğim. Koca koca kurumlar, onu da dolduran adamlar varken bir de ben buradan ahkam kesmem ama gördüklerim doğrultusunda benim kendi camımın arkasından atıp tutarım.

Ne alakası var dersiniz diye düşünüyorum. Bu Kıbrıs meselesine çoğu kişinin pek yüzeysel yaklaştığını düşünüyorum buna ben de dahil edilebilirim. Aynen intihar sonrasında adam kız yüzünden intihar etti der gibi. Halbuki o intiharın sadece son noktasını o kişi oluşturmaz mı? Damlayıp damlayıp göl olma hali. Bir nevi -den hali. Hani ver-kurtul diye anılan ekip de, vatan millet Sakarya takımının da yaklaşımı da benziyor.
Şu an Kıbrıs halkı Türkiye' yi bekliyor der gibi "Gencecik adam gitti" kısmı var bir de. İyi de acaba gençlik, yaşlılık gibi kavramlar acaba ne derecede göz önünde bulundurulmuştur bu eylem esnasında.

Ölünce kurtuluş olduğu ya da kalıp devam etme konusunda asıl benzeyen taraf, kimse sonunda ne olduğunu kestiremiyor olması. Verip kurtulan mı kârda yoksa KKTC yavru vatandır, yavru vatan ayrılamaz ekibi mi?

Her intihar biraz Kıbrıs meselesine benzemektedir. Bu tabi dünyanın çeşitli yörelerinde, Tamil gerillarının sıkıntıları, Moritanya' daki kıyımlara benzemektedirle sürdürülebilir. Aklıma geldi öyle işte. Sahi Darfur ne olacak? sonunda!

4 Ocak 2010 Pazartesi

Galileo Yılı Şenlikleri

En baştan belirteyim, kimse senin geçen sene aklın neredeydi, geçmiş olsun falan diye yazmasın. Zaten benden başka da kimse öyle şey demez ama bugün Galileo'nun kitabı "İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar"dan bahsetmeden öyle göğe bakarak bu yılı kutladık. Şenlikler diyorum çünkü benim açımdan şenlik mertebesinde...Es geçtiğim etkinlikleri lütfen mazur görünüz, Galileo engizisyonda az kalsın kelleyi kaptıracak olmasının ve hapishanede ölme sebebi, göğe bakması değil. Gök gözlemciliğini geliştirerek halkı galeyana getirdiği için mahkumiyet yemediğinin hepimiz idrak etmişizdir az çok.

Ben kitabından bir alıntı yapayım ki Galileo' nun neden önemli olduğu anlaşılsın.(Merak etmeyin ben de tamamını okumadım kitabın)
"...Felsefe, sürekli olarak gözlerimizin önünde açık duran bu çok büyük kitaba yazılmıştır, ama önce dili öğrenilmezse ve yazıldığı harfler tanınmazsa, anlaşılması olanaksızdır. Bu kitap matematik diliyle yazılmış olup harfleri üçgenler, daireler ve öteki geometrik şekillerdir; bu araçlar olmadan, insanların oun sözünü anlaması olanaksızdır, bunlar olmadan, karanlık bir labirentte boş boş dönüp durmak gibidir herşey.." (Saggiatore, 6)

Güzel bize evrenle alıp veremediğini anlattı ama bitiyor mu mesaj? Bitmiyor, çünkü bence asıl olan hadise de burası....1613'te "Güneş Lekelerinin Tarihi ve Kanıtları"nda Aristoteles' e karşı oluşturduğu tezin savunması aşağıda.

"Felsefe yapmak, öne sürülen herhangi bir sorunun çözümü için, hemen çeşitli kaynaklardan derlenip bir araya getirilmiş pek çok Aristoteles metnini inceden inceye irdelemekten ibarettir ve başka bir şey olamaz. Gözlerini o sayfalardan ayırmak istemezler, sanki bu büyük dünya kitabı Aristoteles dışında başkalarının okuması için yazılmamış ve onun gözleri bütün gelecek kuşaklar adına görülmesi gerekeni görüyormuş gibi."

Devamını da siz bulun okuyun. Devamındaki ressam betimlemesi netleştiriyor durumu. Tamam bir saattir geveliyorum ben bunları. Nereye vardık?

Ph.D diye bir kavram var. Bize sadece doktora olarak gelmiş bir kavram. Açılımı Doctor of Philosophy. İyi de felsefe mezunları da doktora aşamasına gelince Doctor of Philosophy oluyor, mühendis de. Aradaki fark nerede? Mühendisi de Doctor of Engineering derdi bu kafirler.
Gevelediğim bu 2 saattir. Sen doktora yapıyorsun ya. Onu o kaynaktan beş sayfa, geriden on sayfa koy demek değil. 5 sene birini oraya bağlamanın mantığı zaten olamaz başka türlü. Beklenti, senin gerçekten bir yöntem, bir farklılık ya da bu güne kadar oluşmamış bir bakış açısı ortaya koymanda. Bunu hangi dalda yaptığının zerre önemi yok. Çünkü felsefe, o çok büyük kitap dediği evrene yazılmıştır. Evrendeki bilgiyi sadece Aristo okuyabilmiş olamaz. Zaten Aristo öyle olsaydı, peygamberim ben diye dolaşırdı. O zamanlar öyle kavram yok demeyesin sakın.

Neyse gelelim yakın zamana. Bu Einstein denilen zat, herkes biliyor, izafiyet yukarı izafiyet aşağı sürekli ama Galileo ile aynı kaderi paylaşma durumu söz konusu olacakken, teknoloji imdadına yetişiyor. Newton fiziğini yani bildiğimiz, okuduğumuz üzerine zerre tartışma gereği hissetmediğimiz fiziği redderek, yanlışlayarak başlıyor. 1916 yılındaki makalesini de vereyim buradan.
Ayrıntıya boğmadan söyleyeyim. Diğer fizikçilerin de farkında olduğu ancak Newton' un yanlış yapmış olamayacağını düşündüklerinden, sorgulayamadıkları durumu, Newton' un da hata yapmış olabileceğini, çünkü bu evrenin sadece Aristoteles ya da Newton için yaratılmadığını fark edebildiği için ortaya koyabilmiştir. Makalesinde hiç referans da yoktur. Allahtan Sir Arthur Eddington(Cambridge Rasathanesi Müdürü) kendisi ile 1919 yılında yaptığı Güneş Tutulması'nda yapmış oldukları gök gözlemi! ile yıldızların güneşe yaklaştıkça ışığın nasıl büküldüğünü ve Newton' un yanılgısını kanıtlamışlardır.

Şekil 1. Einstein ve Eddington'un çekmiş olduğu fotoğraf

Galileo Şenlikleri hepimize kutlu olsun. Çocuklara sorgulatamayıp, gösterdiğimiz yere baktırmış olsak da.

Son bir fotoğraf ekleyip kapatıyorum. Herhalde bu yüzyılın en güzel fotoğrafı. Çünkü kitaplarda gördüğümüz bütün isimler bir arada, kanlı canlı görülür halde. Sanmayın en değerlisi Einstein. O sadece en bilineni.



Şekil 2. Solvay Konferansı (1927)

Ek:Burada da Einstein' in gözlem sonrası yayınlamış olduğu makale