27 Ocak 2010 Çarşamba

George Carlin

the most unfair thing about life is the way it ends. i mean, life is tough. it takes up a lot of your time. what do you get at the end of it? a death! what's that, a bonus? i think the life cycle is all backwards. you should die first, get it out of the way. then you live in an old age home. you get kicked out when you're too young, you get a gold watch, you go to work. you work forty years until you're young enough to enjoy your retirement. you do drugs, alcohol, you party, you get ready for high school. you go to grade school, you become a kid, you play, you have no responsibilities, you become a little baby, you go back into the womb, you spend your last nine months floating...

26 Ocak 2010 Salı

Her intihar, biraz Kıbrıs meselesine benzer

Daha önce de düşmediğim o çukura bu sefer de düşmeyeceğim. Öyle beylik cümleler kurmayacağım. Bu önermenin tersi de geçerlidir gibi bir yanılgıya düşmeyeceğim. Koca koca kurumlar, onu da dolduran adamlar varken bir de ben buradan ahkam kesmem ama gördüklerim doğrultusunda benim kendi camımın arkasından atıp tutarım.

Ne alakası var dersiniz diye düşünüyorum. Bu Kıbrıs meselesine çoğu kişinin pek yüzeysel yaklaştığını düşünüyorum buna ben de dahil edilebilirim. Aynen intihar sonrasında adam kız yüzünden intihar etti der gibi. Halbuki o intiharın sadece son noktasını o kişi oluşturmaz mı? Damlayıp damlayıp göl olma hali. Bir nevi -den hali. Hani ver-kurtul diye anılan ekip de, vatan millet Sakarya takımının da yaklaşımı da benziyor.
Şu an Kıbrıs halkı Türkiye' yi bekliyor der gibi "Gencecik adam gitti" kısmı var bir de. İyi de acaba gençlik, yaşlılık gibi kavramlar acaba ne derecede göz önünde bulundurulmuştur bu eylem esnasında.

Ölünce kurtuluş olduğu ya da kalıp devam etme konusunda asıl benzeyen taraf, kimse sonunda ne olduğunu kestiremiyor olması. Verip kurtulan mı kârda yoksa KKTC yavru vatandır, yavru vatan ayrılamaz ekibi mi?

Her intihar biraz Kıbrıs meselesine benzemektedir. Bu tabi dünyanın çeşitli yörelerinde, Tamil gerillarının sıkıntıları, Moritanya' daki kıyımlara benzemektedirle sürdürülebilir. Aklıma geldi öyle işte. Sahi Darfur ne olacak? sonunda!

4 Ocak 2010 Pazartesi

Galileo Yılı Şenlikleri

En baştan belirteyim, kimse senin geçen sene aklın neredeydi, geçmiş olsun falan diye yazmasın. Zaten benden başka da kimse öyle şey demez ama bugün Galileo'nun kitabı "İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar"dan bahsetmeden öyle göğe bakarak bu yılı kutladık. Şenlikler diyorum çünkü benim açımdan şenlik mertebesinde...Es geçtiğim etkinlikleri lütfen mazur görünüz, Galileo engizisyonda az kalsın kelleyi kaptıracak olmasının ve hapishanede ölme sebebi, göğe bakması değil. Gök gözlemciliğini geliştirerek halkı galeyana getirdiği için mahkumiyet yemediğinin hepimiz idrak etmişizdir az çok.

Ben kitabından bir alıntı yapayım ki Galileo' nun neden önemli olduğu anlaşılsın.(Merak etmeyin ben de tamamını okumadım kitabın)
"...Felsefe, sürekli olarak gözlerimizin önünde açık duran bu çok büyük kitaba yazılmıştır, ama önce dili öğrenilmezse ve yazıldığı harfler tanınmazsa, anlaşılması olanaksızdır. Bu kitap matematik diliyle yazılmış olup harfleri üçgenler, daireler ve öteki geometrik şekillerdir; bu araçlar olmadan, insanların oun sözünü anlaması olanaksızdır, bunlar olmadan, karanlık bir labirentte boş boş dönüp durmak gibidir herşey.." (Saggiatore, 6)

Güzel bize evrenle alıp veremediğini anlattı ama bitiyor mu mesaj? Bitmiyor, çünkü bence asıl olan hadise de burası....1613'te "Güneş Lekelerinin Tarihi ve Kanıtları"nda Aristoteles' e karşı oluşturduğu tezin savunması aşağıda.

"Felsefe yapmak, öne sürülen herhangi bir sorunun çözümü için, hemen çeşitli kaynaklardan derlenip bir araya getirilmiş pek çok Aristoteles metnini inceden inceye irdelemekten ibarettir ve başka bir şey olamaz. Gözlerini o sayfalardan ayırmak istemezler, sanki bu büyük dünya kitabı Aristoteles dışında başkalarının okuması için yazılmamış ve onun gözleri bütün gelecek kuşaklar adına görülmesi gerekeni görüyormuş gibi."

Devamını da siz bulun okuyun. Devamındaki ressam betimlemesi netleştiriyor durumu. Tamam bir saattir geveliyorum ben bunları. Nereye vardık?

Ph.D diye bir kavram var. Bize sadece doktora olarak gelmiş bir kavram. Açılımı Doctor of Philosophy. İyi de felsefe mezunları da doktora aşamasına gelince Doctor of Philosophy oluyor, mühendis de. Aradaki fark nerede? Mühendisi de Doctor of Engineering derdi bu kafirler.
Gevelediğim bu 2 saattir. Sen doktora yapıyorsun ya. Onu o kaynaktan beş sayfa, geriden on sayfa koy demek değil. 5 sene birini oraya bağlamanın mantığı zaten olamaz başka türlü. Beklenti, senin gerçekten bir yöntem, bir farklılık ya da bu güne kadar oluşmamış bir bakış açısı ortaya koymanda. Bunu hangi dalda yaptığının zerre önemi yok. Çünkü felsefe, o çok büyük kitap dediği evrene yazılmıştır. Evrendeki bilgiyi sadece Aristo okuyabilmiş olamaz. Zaten Aristo öyle olsaydı, peygamberim ben diye dolaşırdı. O zamanlar öyle kavram yok demeyesin sakın.

Neyse gelelim yakın zamana. Bu Einstein denilen zat, herkes biliyor, izafiyet yukarı izafiyet aşağı sürekli ama Galileo ile aynı kaderi paylaşma durumu söz konusu olacakken, teknoloji imdadına yetişiyor. Newton fiziğini yani bildiğimiz, okuduğumuz üzerine zerre tartışma gereği hissetmediğimiz fiziği redderek, yanlışlayarak başlıyor. 1916 yılındaki makalesini de vereyim buradan.
Ayrıntıya boğmadan söyleyeyim. Diğer fizikçilerin de farkında olduğu ancak Newton' un yanlış yapmış olamayacağını düşündüklerinden, sorgulayamadıkları durumu, Newton' un da hata yapmış olabileceğini, çünkü bu evrenin sadece Aristoteles ya da Newton için yaratılmadığını fark edebildiği için ortaya koyabilmiştir. Makalesinde hiç referans da yoktur. Allahtan Sir Arthur Eddington(Cambridge Rasathanesi Müdürü) kendisi ile 1919 yılında yaptığı Güneş Tutulması'nda yapmış oldukları gök gözlemi! ile yıldızların güneşe yaklaştıkça ışığın nasıl büküldüğünü ve Newton' un yanılgısını kanıtlamışlardır.

Şekil 1. Einstein ve Eddington'un çekmiş olduğu fotoğraf

Galileo Şenlikleri hepimize kutlu olsun. Çocuklara sorgulatamayıp, gösterdiğimiz yere baktırmış olsak da.

Son bir fotoğraf ekleyip kapatıyorum. Herhalde bu yüzyılın en güzel fotoğrafı. Çünkü kitaplarda gördüğümüz bütün isimler bir arada, kanlı canlı görülür halde. Sanmayın en değerlisi Einstein. O sadece en bilineni.



Şekil 2. Solvay Konferansı (1927)

Ek:Burada da Einstein' in gözlem sonrası yayınlamış olduğu makale