18 Mart 2010 Perşembe

Kırım

Şimdi bir önceki yazıda belirtiğim Kırım Savaşı hala büyük bir boşluktur kafamda. Yani Osmanlı büyük borç yaptı şudur budur diyorsunuz çok güzel ama ders kitaplarına da bakın sonuçlardan pek bahsedilmiyor. Paris Antlaşması ile son.

Yahu arkadaş biri cevap verebilir mi?
300.000 kişilik Osmanlı ordusu
400.000 kişilik Fransız ordusu
250.000 kişilik Birleşik Krallık ordusu
30.000 kişilik Sardinya Krallığı ordusu

karşısına da 700.000 kişilik Rus ordusu ve Bulgarlar.
Hadi anladım biz taraf olarak geldik yakınız Kırım bizim toprak ne de olsa. Yine dev bir maliyet ama arkadaş Fransız ordusu diyorsun 400.000 insan diyorsun. Orient Express atlayın gelin sizi karşılayalım diyemeyiz. Zaten o esnada ne ekspres var ne Haydarpaşa. Hadi geldiler diyelim. Nasıl ikna ettin sen onları?
Birleşik Krallık hadi topladı geldi diyelim eşi dostu çevreden o Hint senin bu Paki benim. 800.000 kişiye yakın kayıp var nereden baksan.

Sonuçta ne oldu. Paris' te anlaştık. Girdiğimiz topraklardan çekiliyoruz. İşte Osmanlı, Avrupalı oldu, aramıza girdi. Antlaşmanın tarafları birbirine dalmadan önce toplanıp, anlaşmaya çalışacaklar bilmem ne.
Yani??

Kimse işte bana anlatmasın yok ticaret yolları, aman Rusların sıcak sulara inecekmiş falan...Sakın kaplıcaya gidecekler esprisini yapmayın...
Hayır tarih olmasa dizi olsa ay acaba ne olacak diye merak uyanır değil mi??

Geldik 1878' ye. "93 Harbi"
Rus dayandı Dadaş yurduna batıda maalesef Edirne'yi geçip Çatalca ve Yeşilköy'e.
Masa kuruldu Ayestefanos' ta. İmza kurumadan, Berlin' de hemen bir konferans.
Bu arada "Kim 500 milyar ister?"e katılırsanız, Sevr dışında yürürlüğe konulmayan antlaşmalar hangisi derlerse çekinmeyin Ayestefanos deyin. Çünkü o koşulların kabul edilecek tarafı yoktu. Kimsenin de işine gelmezdi.

Bu konferanslar takdir edersiniz ki durup dururken olmuyor. Eh işte o zaman İngiliz Muhipleri Derneği' ndeki adamlar anlatmaya başlıyor. Bizi hep İngilizler beladan kurtardı diye.

NOT: Evet ben hala Kırım, Selanik ve Saraybosna' yı istiyorum.

1000

Lütfen 1000. ziyaretçi. Gelince bana bir uğra çayımı iç.

Dile kolay 1000.

17 Mart 2010 Çarşamba

15 Mart 2010 Pazartesi

10 Mart 2010 Çarşamba

Bu da başlıktır

En baştan başlayayım.
Çocuklarının çok zeki olduğunu, evdeki bütün cihazları kullandığını söyleyen ebeveynlerden, ikiletmeden ödevlerini yapan çocuklardan, bunu anlatan ailelerinden, özel derslerde masaya gelen kek ve çaydan, pazara gidince kalabalık içinde popolar arasında sıkışmaktan, üstelik çekiştirilmekten, evde tek başına başının çaresine bakıp bakamayacağının merak edildiği anlardan, metalikacı sohbetinden, ateşli ateşli metal müzik müdafaasının, Plevne Müdafaası gibi yapılmasından, hocalara yapılan ukalalıklardan sonra yüzdeki ben neymişim gülüşünden, üniversite sınavına hayatımızın sonu gibi çalıştığımız dönemden, okuduğumuz okulların Yeşilırmak Kızılırmak gibi aynı yere döküldüğünün söylememesinden, mühendis olmanın marifet sayılmasından, işletme okuyanlar Hukuk çok zor demesinden, servisle yapılan yolculuklardan, kazı kazan kazırken parmak arasında kalan parlaklıktan, soğuk günlerdeki nemli yorganlardan, yabancı yataklardan, bir şeyin ucuzluğunun sorgulanmamasından, facebook profiline Türk bayrağı koyma heyecanından, Atatürk fanı olmaktan, fan olanlara "thumb up" yapanlardan, ulusalcıların, ulus devletin oluşumundan bi haber oluşundan, demokrasi faşistlerinden, insanların eşit olsun, açlık olmasın deyip de komünist yaftalanmasından, devletler yapısında kan dökmenin olduğunu inkar edenlerden, tutmayan şarkıların seçim öncesi partilerin seçim şarkısı olmasından, duvarlara ilan yapıştırmanın yasak olmasından, "main stream" dışına çıkınca entel yaftalamasından, herkesin biliyor olması gereken kelimeleri sarf edince(evet onlara kullanınca sarf oluyor) ay nereden buluyorsun bu lafları klişesinden, tüm klişelerden hatta bu söylediğimden bile, hayatın sadece gündüz saatlerine göre düzenlenmiş olmasından, paranın amaç olmasından, amaçsızlıktan, evde bulunan bozuk ama hala çalışır durumda olduğu için tamiri sürekli ertelenen cihazlardan, ayakkabılarımın topuklarının erimesinden, kitap ayraçlarımın kaybolmasından, sabhları uyandığımda üşenme alışkanlığımı bozamamamdan, yaşlanınca kulak kılllığı problemi yaşayacak olmam, festivale bilet alamamaktan, hiç bir şey bilmiyor olmaktan, bisikletimin çalınmış olmasından, yazıp yazamadığım konusundaki çekincelerimden, zamanı iyi değerlendirememekten, dondurmada limondan taviz vermeyişimden, artık gazetelerin hiçbirini çekici bulmayışımdan, televizyondan eskisi gibi zevk alamamaktan, 10 Kasım' da Atatürk' ün ölümü sonrasında dış basından örneklerde her seferinde Nazi gazetesi Völkischer Beobachter' den bile alıntı yapılmasından, İngilizce şiirleri anlamakta zorlanmaktan, kabız olmaktan, yalnız olmaktan, büyük ikramiyenin yılbaşında bana çıkmayışından, aşık olup arkasından bakakalmaktan, herkesin ekonomiden ve futboldan çok iyi anlamasından, en önemli şeylerimi çalan hırsızdan, Tuzlu kabuklu fındık arayıp bulamamaktan, aynı şarkıları saatlerce tekrar dinlemekten, dönem dönem adımın Alman, Fransız, Rus hayranına çıkmasından, Raid kokusundan, diş fırçalarının deformasyonundan,Tanpınar' ın yazdıkları dışında kalan virgülleri arttıkça anlamını yitiren cümlelerden, Kapital' i göze alamamaktan, ufak çocuklara nasıl yaklaşacağım konusundan tereddüt yaşamaktan, Kızıl saçlara zaafım olmasından ve bunlar gibi bir çok vak'adan yılgın ve müteessirim.

Saygılarımla....

Yönetim Kurulu adına

5 Mart 2010 Cuma

Bank Of England

"I promise to pay the bearer on demand the sum of …”

yazıyor paranın üstünde bildiğin senet gibi...Pek acaip dünya