29 Aralık 2011 Perşembe

Devrik Yıla Koçaklama

Merhaba,

Yarın tahminimce yazmakla uğraşmayacağımı düşünerek, bugünden yazıyorum. Herkes 2011' in çarpıcı olayları  hazırlıyor ya, burada onların hiç biri  olmayacak, olsa da zaten okunmakla ilgili çeşitli sıkıntıları olan blogumun, yine ilginiz dışı çarpıcı olayları ile daha da uzaklaştıracak.

2011. Her sene daha iyi olacaksın diye bekliyoruz. Gelen seneyi o kadar benimsiyorum ki, Eylül'den itibaren yazmaya başlıyorum her yere. Senetlere, defterlere, sözleşmelere...ama her sene beni hiç şaşırtmaz şekilde Eylül'den beri yazılan adının üstünü çizdiriyorsun. Sıradanlaşıyorsun. Bugünün ayın kaçı olduğunu sormaya başlıyorum. Yanına da seni yazıyorum. Hangi yıldayız diye sormuyorum. Sorsam hemen o yaptığın saçmalıklar ortaya çıkacak.

2011 sen ne yaptın bu sene?  Afrika' ya aklın sıra demokrasi getirdin. Bana da böyle yapıyorsun her sene şaşırmadım. Ne bileyim Meksika Körfezi' ni de mahvettin, Van da yerle bir oldu, Japonya da. Çok şımardın.
Kanal Projesi çıkardın durup dururken. 2011 neler geçiyordu aklından? Gary Moore da ölmüş. Ben askerdeyken yaptın bunları. Sonradan duyunca çok üzülmemem için. Bu konuda hassassın kimi sevsem, kim beni sevse....Salinger okumaya başlarken, onu öldürdün. 2010 yaptı onu, sana değil sözüm.

Giderayak Kim Jong-Il' i götürdün sesimi çıkarmadım da Hasan Mutlucan' dan ne istedin?

Hadi 2012, ha gayret. Seni de yazdım Eylül' den beri. Diyorlar ki, sen dünyanın sonu olacakmışsın. Öyle olursan, kesin en güzel yılımı yaşatırsın bana. Şımarmamam için de sonunu getirirsin.


22 Aralık 2011 Perşembe

Arkadaşlık, Çeşitli Hinlik ve Bazı Günahtan Bozma Laflar

Merhaba, Ben hep Türkler'in en iyi arkadaş olduğunu sanırdım. Hayır! Türk' ün Türk' ten başka dostu yoktur gibi bir açıklama değil. Ne bileyim en sıkı, böyle birbiri için herşeyi yapacak tipte insanlar hep bizim insanımız sanırım. sanıyorum da zaman zaman. Bu fikrimdeki değişiklikler yakın zamanda oldu. Belki de ifade edemiyoruz arkadaşlıklarımızı, reklamını iyi yapamıyoruz.

 Uzatmayacağım konuyu. Roger Waters ve Syd Barrett' i düşündükçe insan arkadaşlıklarını sorguluyor aslında. Hepimizin çok iyi arkadaşları var. Benim de çok kilit bir ekibim var maalesef onları burada tanıtmak gibi bir misyonu üstlenmeyeceğim. Ne de olsa onlar benim arkadaşlarım, sizin de olmayacaklar. Üstü bende kalsın.

 Roger Waters hala Syd dendiğinde gözleri dolabiliyor, belki de sayesinde gezegende yapılmış en güzel şarkı, tahminleri bozarcasına bir kadına değil, bir arkadaşa yazılıyor. Bazı kitaplar, sevgiline, kur yaptığın kıza iki üç cümle atman için değil, bildiğin arkadaşlıklarını anlatıyor.

 Senelerdir itip kaktığım, kapıcının sınıf birincisi oğlu Ankara' da böyle bir şehir oldu. İstanbul' da hep aşk, seviyorum ölüyorum derken, Ankara arkadaşların şehri gibi geliyor bana. Ankara 19 Mayıs oldu mu beraber insandan kuleler yapıyor, kartonları hep beraber kaldırıp kocaman resimler yapıyorlar, İstanbul ise bir günlük tatili birleştirip kaçmanın derdine düşmüş oluyor. Üstümde Ankara baskısı birikti. Hasan Ali Toptaş, Barış Bıçakçı, Behzat Ç ve Arı Stüdyoları...

19 Aralık 2011 Pazartesi

Baharat

Selam!

Bugün yılbaşı vesilesiyle baharatlardan bahsetmek istiyorum. Giriş kısmında yalandan bir kılıf uydurduğumuz yazımız kıvamına geldiğine göre artık gelişme kısmına yavaştan kayabilirim.

Akşam yemekte süper hızlı yediğim ve televizyonla alakasız olduğumdan masadaki baharatlara daldım. Şu ağaçtan mı, bu nasıl bitki derken baya kafalar karıştı. Allahtan tuz madeni diye bir şey var da o, bu tartışmanın dışında kaldı. Bildiğin asil baharat ya. Tuz baharat mı mesela bu da bir soru? Çünkü domates meyve mi sebze mi? Yok tohumu, yok çekirdeği derken konu dallanıyor.

Herneyse asıl varmak istediğim nokta bu baharatlar ağaçtan mı, çiçekten mi böcekten mi nereden olduğunu öğrenmekti. Karabiber ağaçtır oğlum denmesini es geçerek hemen kimyonu sordum. Babam aynen köfteyi yemeye abandı. Annem de benim tabağımı aldı önümden. "Hakikaten ağaçtan mı çiçek mi bilmiyoruz bak!" dedi. Ben de lafı fazla uzatmadan ellerimi yıkadım kalktım sofradan. Bu her günün akşamına benzeyen bir akşamdı. Genellikle yemek sonrasında birşeylere göz gezdiririm ama bir yazı, sokaklar, televizyon. Hareket içeren herşey. İşte böyledir Petersburg geceleri.
Çok zaman kaybetmeden Bay Nortovsky ile çıkıp Nevsky Caddesi'ndeki bir dükkana uğradım.

Kafama takılan bu sorular sonunda aydınlığa kavuştu:
- Kimyon, maydonozgillerden bir bitkidir.
- Karabiber de bir bitkidir. Tohumları falan var.
- Ege zaten bir göl değildir.
- Vanilya da bir bitki. Çiçeği falan beyaz.
- Bir tarçın ağaç.

Köfte baharı falan bitki olacak cinsten bir şey değil zaten.

Sonra "Elveda dostlarım!" diyerek uzaklaştı Doktor Nortovksy. Laf kalabalığını pek sevmediği gibi yanındaki insanları da korkutup kaçırmak gibi bir mahareti vardır ekselanslarının. Bu da taşradan gelmiş olan kuzini Madam Politoyeva' yı görmek için sıradışı bir çaba gösterdiğini değil, aksine kişiliğini ortaya koyduğu için çok da yadırganmamıştı.

18 Aralık 2011 Pazar

Para

Para.
Bir çok şeye iyi gelebiliyor. Yararlarını saymakla bitmez. Adaçayı gibi içerken anlamıyorsunuz. Birileri anlatıyor size, bilmediğiniz göremediğiniz faydalarını.
Çok insan tanıyoruz onun sayesinde.
-Abi bozuk yok mu?
-Yalnız bu yırtık.
-Üstü kalsın.
-Helalleştik tamam.
-Bu kapora
-Avukat sizden haber bekliyor.
Sinan, Akif, Fatih, Mevlana, Merkez Bankası Binası, Keban Barajı, Kraliçe Elizabeth, Lincoln, Washington, Einstein, Pasteur, Mimar Kemalettin...
Hepsiyle tanışıyorsunuz. Hiç yoktan simasını biliyorsunuz. Görseniz muhakkak tanırsınız. Cebimizde taşıyoruz fakat bunu hoş karşılamıyor insanlar eskitiyor parayı. Eskitilmiş havası ekstra bir değer katmıyor kendisine. Filateliydi galiba uzmanı. Hayır onlar pul koleksiyonerleri olmalı. Paralar pul oldu belki de aralarındaki kötü bir espri olabilir. Cüzdan, sütyen arası, yatak içi, yastık kılıfı, bazı az okunan kitaplar paralarımızı saklamak için iyi bir yöntem olabilir. Zira günümüze dek oldukça iş yapan bir yöntem bu.

Kanadalılar artık parayı kağıttan yapmaktan vazgeçtiler. Yeni banknotlar kompozit zıvırdan yapılacakmış. Ben de malzemeciyim de aklıma kompozit para yapmak gelmez. Ne gerek? Kağıt, doğa, moğa...! Para bu zaten ister istemez hepsine zarar veriyor. Kanadalı olup sosyalist ayağına yatma olm anlarlar. Ben anlamasam bile anlayan çıkar.

Sonra yaylı bir geçiş son 2 dakika. Paralar böyle yanarlı dönerli olacak. Oradan şerit, arkadan Atatürk, önde MB kırk yerde, başka bir gösterge, yağ, su, hararet hepsi olmalı banknotta. Bozuk paralara çok yer veremedim çünkü onlar kafadan bozuk zaten. Cebe atıyorsun, su, kibrit derken dağılıp gidiyor. Kalıcı değil, gidici onlar. Bir ayakları çukurda. Pantolonu da aşağıya çekiyor.

Hadi bitti.

Bu yazı da burada bitti gitti. Money eşliğinde bu kadar yazılıyor. NOJO yorumlamış.
NOJO yani Neufeld-Occhipinti Jazz Orchestra. Almış "Dark Side of The Moon" albümünü bi yorumlamış. Güzel de olmuş. Ben de iki karalayayım dedim. Süremiz 11'38". Yani bir süreli yayın daha.

13 Aralık 2011 Salı

Nükleer Hacılar

Çağımız nükleer, soğuk füzyon, sıcak fizyon falan derken baya gidiyor. Beni bilenler bilir nükleer karşı olanlardan değilim. Greenpeace geçmişim olabilir. Ne biçim adamım diye düşünüyorum bazen. Nükleere karşı değilim, Greenpeace' e üyeydim. Fizik seviyorum ama edebiyatsız yaşanmıyor falan derken bir nötron yollansa bana tatlı bir ışıma açığa çıkarabilir ve sonucunda tatsız birkaç ben daha meydana gelebilir.

Herneyse asıl konuya gelmek istiyorum yoksa iyice yörüngeden iyice çıkıp, uzayda birine çarpılacağız. Maymunlar Cehennemi' nin ikinci filmini izlemişsinizdir. İzlemeyenler için özetleyeyim. Charlton Heston geldi. Birinci filmin sonunda fark etti ki dünyanın geleceğine gelmiş.(Meşhur Özgürlük Anıtı sahnesi) İkinci filmde onları aramak için yollanan ikinci ekip ve dünyada kalan insanların eğilimleri falan fıstık bir konu. Buradaki insanlar telepatiyle anlaşıyorlar ama enteresan yanı nükleer bombaya tapınıyorlar. Nükleer rahipler St.Patrick Katedrali'ne bir nükleer başlıklı bomba koymuşlar; New York metro tünellerini maymun basarsa onlar da düğmeye basacaklar.


TOEFL' ın bir faydası da böyle abuk subuk konularda parçalar sunuyor insana. Bunlardan biri de nükleer atık programı ve gelecekle ilgiliydi. Bu sayede Thomas Sebeok hakkında fikir edinme şansım oldu. Filmdekine bir benzer rahiplik peşinde kendisi. Merak eden açsın baksın burada font yemeyelim. Asıl konu şu; biz bu nükleer atıkların yerlerini tamam biliyoruz. Hadi 2-3 nesil daha bilir ama 10.000 sene sonra ne olacak? -Plütonyum 239' un yarılanma ömrü 24.000 yıl aklınızda bulunsun-
Aynı dili konuşuyor olacak mıyız?
Var olan bilgi depolama kaynakları hala var olabilecek mi?- ki bu imkansız gözüküyor-
Bu depolama noktaları o nesillere nasıl aktaracağız?

İşte Thomas Sebeok da bu konuyla ilgili atomik rahiplik fikrini ortaya atmış. Fizikçiler, antropologlar, dil uzmanları binlerce nesil sonrası nasıl bir evrensel mesajı bırakabileceklerini düşünüyorlar. Atomik rahipler nesilden nesile geçecek ve bu mesajı gelecek nesillere iletecek. Yani diyecek ki burada nükleer atık var yanaşmayın. Orada iş yapmayın yanarsınız gibi mesajlar iletecek.

Benim parmak basmak istediğim nokta, o dönem kültürü, insanlara Maymunlar Cehennemi' ndeki nükleer ruhban sınıfını oluşturursa cidden kemiklerim sızlar. Radyoaktiviteden değil. Bildiğin vicdanımdan. Nükleere evet diyen vicdanımdan. Polonyum Baba diye başıma soğutma suyu dökerler artık.

NOT:Her zaman not eklemeyi seviyorum
NOT 2:Bu konu hakkında fikir edinmek isteyenler Human Interference Task Force ve nuclar semiotics konularında bir miktar araştırma yapabilirler.
NOT 3: Charlton Heston' daki da vücut bizdeki de.


Saygılarımla.

3 Aralık 2011 Cumartesi

Türkiye İçin Uçak Tasarımı

Bugünlerde Türkiye milli uçağını üretip üretmeyeceği üzerine yerli yersiz tartışmalar var. Ben de uçak geliştirme ile başka bir hikayeden bahsetmek istiyorum.
Sonuçları ve sebepleri ile ilgili hiç yorum belirtmek istemiyorum. Durup dururken başıma İngiliz Muhibi olmanın dışında, bir de gizli NSDAP üyesi yaftasına gerek yok.

Hikaye, Almanlar'ın II. Dünya Savaşı'ndaki hakimiyetlerini yitirme sonrasında Luftwaffe' nin(Alman Hava Kuvvetleri) gücünü toplayıp, özellikle Amerikalılar'ı ekarte etmek için bir yöntem arayışının sonucudur. Bu amaçla, Amerika hem savaştan çekilmesi hem de halkta savaş korkusu yaratmak için New York' un bombalanması hedefi oluşturulmuştur. Fakat mesafenin 7000 mil(gidiş-dönüş) ve taşınacak bombanın ağırlığı da göz önünde bulundurulursa bugün için bile imkansız gözüken bir hedeften bahsedilmektedir.

Bu hedefe yönelik 1941' de başlayan çalışmalardan ilki Havacılık dünyasını değiştiren Messerschmitt ME264 modelidir. Ancak İngilizler tarafında prototipleri ve fabrikası vurulduğundan saf dışı kalan uçak, 1941 yılı başında sipariş edilip, ilk uçuşunu 1942 Ağustos ayında yapmıştır.

Biraz ayrıntı verecek olursak
560 km/h hızında olan aracın 15.000 km menzili bulunmaktaydı.



Messerschmitt ME264


İkinci sırada Eugen Sanger ve Irene Bredt tarafında geliştirilen SilberVogel sub orbital uçuş yöntemiyle gitmesi planlanan ve New York' a ulaşıp bombayı bıraktıktan sonra Pasifik'teki bir Japon üssüne inmesi planlanıyordu. Üstündeki 4 tonluk atom bombası ile menzili 19.000 ile 24.000 km arasında olması bekleniyordu.Uçak hızını alarak 145 km yüksekliğe çıktıktan sonra inişe geçerek süper hızlara çıkacaktı.



SilberVogel


Werner Von Braun' un A9 Roketi ise yer altında yer alan araştırma merkezinde sürüyordu. 3000 mil menzili olan, 6260 mph hızında olacak olan bu araç bir nevi kamikaze olacaktı. Ancak araştırma merkezinin vurulması ile çalışmalar zarar görmüştür. Maalesef elimde ya da internette herhangi bir kaynakta görüntüsüne ulaşamadım. V2 roketlerinin gelişmiş bir modeli olduğu düşünülebilir. Bu çalışma da 1939' da başlamış 1941 yılında sonuca ulaşmıştır.

Son çalışma ise Horten kardeşlerin geliştirilmiş olduğu 977km/h hıza sahip, 10.000 km menzili üzerinde olan ve 1970' li yıllardan sonra görülen hayalet uçak konseptini 1940' lı yılların başında geliştirmişlerdir.



Horten 229

Bir kaç yıl içinde Almanlar tarafından geliştirilen ve dünya tarihine yöne veren 4 model aklıma geldi işte bizim uçak yapabilir miyiz yapamaz mıyız tartışmamdan. Bu arada Almanya' nın elinde nozul yapımında kullanılacak alaşım elementleri çok kısıtlı olduğundan farklı şeyler de denemek zorunda kalmışlardır.

Bu çalışmalar ne olarak karşımıza çıktı:

1. Werner Von Braun insanlığı ilk Ay' a gönderen roketin dizaynını yaptı.
2.Horten firması Nortentropp haline geldi, savaş sonrası Horten 229 prototip ile B2 ve B117 tipi uçaklara öncülük etti.
3. Sanger Fransa' ya uzay çalışmalarını sürdürmek için gitti. NASA tarafından Ay' a yolculuk çalışmalarında SilberVolge' nin dizaynından faydalanıldı.
4. Messerschmitt zaten uçuş dünyasında bir efsane çoktan olmuştu. Jet motorunu ilk geliştirirerek.

Sanırım biz de bir uçak geliştirebiliriz.

Hamaset Edebiyatı

Bugün yine sizi çok sevdiğim bir kelimeyle tanıştırıyorum: Hamaset. Ben uzun zamandır manasını bilmiyordum bu kelimenin. "Hamaset Edebiyatı yapmayın", "Hamasi siyasetçi" gibi kavramlar dönüyor etrafımda. Söylenişi de güzel benim arkamdan "Hamasi" deseler bir gram gücenmem.

Manâsı da öyle yergi içeren bir manâ değil. TDK Genel Türkçe Sözlük' te yiğitlik, kahramanlık, cesaret demek. Neyse ben bir şekilde aydınlandım aradan sizi de çıkardım.

27 Ekim 2011 Perşembe

Darısı Başınıza


Nereden geldiyse aklıma borürlerle ilgili bir makale okurken Barış Manço dinleyesim geldi. Takdir edersiniz ki 981 doğumlulardan itibaren başka bir idol edinemiyordunuz kendinize Türkiye' de. Zaten hala daha iyisini düşünemiyorum. O zamanlar tüm orta halli familyaların yavruları Barış Manço 81300 Moda' ya mektuplar döşendi. Tabi okuma yazmamız kıt olduğundan okuma-yazma kapasitesindeki büyüklerin beyinlerini yedik. O safhada elim boş döndükten sonra hiç içlenmedim, hiç öfke yapmadım vay beni nasıl çıkarmaz diye ama Tolga Abi' ye kızgınım paralarımız gitti Kanal 6' ya yalandan Hugo oynayacağız diye. Ha işte bu görmüş olduğunuz iyi kondüsyondaki albüm tabi ki bizim evdeki değil. Bizimkinin kutusu kayıp. Torpidoda durmaktan hafif rengi atmış durumda. Bu albüm de babamın beni okula bırakırken taktığı, daha doğrusu benim dayattığım albüm. Sene:1989. Şimdi tracklisti yazıyorum:

1.Kara Sevda
2.Domates Biber Patlıcan
3.Delikanlı Gibi
4.Günaydın Çocuklar
5.Kezban
6.Can Bedenden Çıkmayınca
7.Güle Güle Oğlum
8.Hatırlasana
9.Hayır

Hit üstüne hit albüm. 80'leri daha iyi tarif edecek başka bir albüm düşünemiyorum. Whitesnake' in dünyada yarattığı 80'ler sahnesini, benim kafamda bu albüm çizmiştir. O synth tonlardaki sentetik hal, beyaz dikdörtgen makine davul, reverbler, gitar tonları. Şimdi yazarken bir yandan da dinliyorum. Kasetten değil maalesef.

Ne demeli bilmem ki? burada bitsin bu yazı.

4 Ekim 2011 Salı

Pişmiş kelle

İstatistiğe yeni bir yaklaşım getiriyorum. Türkiye' de hiç birşeye ait veriye ulaşamadığımdan dolayı artık bazı gençleri bu işle görevlendiriyorum. ilk vereceğim görev Türkiye' deki kelle tüketimi.

Kesimi yapılan büyükbaş ve küçük baş hayvanların başlarının ne şekilde değerlendirildiğini, bunların ne kadarının pişmiş kelle olarak alındığını, pişmiş kelle olarak kullanılan bu başların fiyatları, şehir bazlı fiyat değişikliklerini, beyinli ve beyinsiz satılabilen bu ürünün beyinin yarattığı fiyat farkı ve talep durumunun incelenmesini istiyorum. Beyine verilen maddi değeri bilmek istiyorum.
Ayrıca nihai tüketicinin bu kelleleri yerken hayvanın yüzündeki gereksiz ağız dolusu gülme şeklinden iştahlarının ne şekilde etkilendiklerinin bilmeye hakkım var. Bu kellelerin ne kadarı gerçekten belirlenen büyüklükte sırıttığını, sırıtıyorlarsa neden, sırıtmıyorlarsa neden sırıtmadıkları açıklanmalıdır. Bu sırıtışın sırrı kesim esnasındaki canayakın tavır mı yoksa geçirdikleri uhrevi hayatın nihayete ermesinden mi kaynaklanmaktadır? Bunları bile öğrenmek istiyorum artık.

18 Eylül 2011 Pazar

Selam
naber?
Uğrayamadım bayadır. Birşeyler attırmak bir yana ne olup ne bittiğine bakmaya bile gücüm yok. Canım sıkılıyor oğlum. Sevmediğim işler yapmanın da müdürü ben oldum. Gidip geldiğim ne yaptığıma hala mana veremediğim bir işim var.

Çok fazla düşünmeden yazıyorum. Aslında burada çok fazla düşünmüyorum da. Kaybedecek zincirlerimizden başka neyimiz var? Hem onları da denize saldım. İşte buraya demirleyip kaldım. Gülmeyin oğlum. Kafamın çok güzel olduğu bir saatte değil, 6buçukta uyandığım bir pazarın kahvaltı sonrasında yazıyorum.

Kaldıramayacağım yükleri üstlenmeyi çok seviyorum. Alttan almanın kibiri, sanki sobadaki kestane gibi ufak ufak patlayan bir şey. Kimse söyleyemez. Bunu itiraf ederim. Sanki herşeye yüzleşme gücü içimde var hissediyorum. Yüzleştikten sonrasını kaldırmakta güçlük çekiyorum. O ana kadar çok güzel gidiyorum. Tam pişmeye hazır. Sonrası bozuk kestaneler....

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Sgt Pepper's Lonely Hearts Club Band Özeti



Yandım Çavuş albümünün kapağı, kapaktaki isimler her zaman tartışma ve komplo konusu olmuştur. Hatta Paul McCartney' in seneler önce öldüğü ve kapakta bunun sembollerinin yer aldığı, çeşitli karakterlerle şeytani yönleri, masonik bağlantıları gibi bambaşka yerlere gitmiştir. Müessesemizin bir hizmeti olarak bu isimleri üst sıradan başlayarak sayıyorum

En üst sıra:Yukteswar Giri(Hindu guru), Aleister Crowley(Karanlıklar Prensi), Mae West(Aktris), Lenny Bruce(Komedyen), Karlheinz Stockhausen(Alman besteci), W. C. Fields(Komedyen), Carl Jung(Psikolog), Edgar Allan Poe(Yazar, şair), Fred Astaire(Aktör), The Vargas Girl, Richard Merkin(Aktör), Huntz Hall(Aktör), Simon Rodia(Tasarımcı), Bob Dylan(Müzisyen)
Üçüncü sıra:Aubrey Beardsley(illüstratör), Sir Robert Peel(19. yy. İngiliz Başbakanı), Aldous Huxley(Yazar), Dylan Thomas(Şair), Terry Southern(Yazar), Dion(Şarkıcı), Tony Curtis(Aktör), Wallace Berman(Sanatçı), Tommy Handley(komedyen),Marilyn Monroe(Aktris), William S. Burroughs(Yazar), Mahavatar Babaji(Hindu Guru), Stan Laurel&Oliver Hardy(Komedyen), Richard Lindner(Sanatçı), Karl Marx(.....), H. G. Wells(Yazar), Paramahansa Yogananda(Hindu Guru),Sigmund Freud(Psikiyatrist)

Üçüncü Sıra: Stuart Sutcliffe(Müzisyen, eski Beatles üyesi), Max Miller(Komedyen), A Petty Girl, Marlon Brando(Aktör), Tom Mix(Aktör), Oscar Wilde(.....), Tyrone Power(Aktör), Larry Bell(Sanatçı), David Livingstone(Misyoner), Johnny Weissmuller(Aktör), Stephen Crane(Yazar), Issy Bonn(Komedyen), George Bernard Shaw(oyun yazarı), H. C. Westermann(heykeltraş), Albert Stubbins(İngiliz futbolcu), Sri Lahiri Mahasaya(Guru), Lewis Carroll(Yazar), T. E. Lawrence(nam-ı diğer Arap Lawrence)

Ön sıra: Sonny Liston(Boksör), Shirley Temple, Albert Einstein(....), The Beatles(üzgün, balmumu heykelleri, Bobby Breen(Müzisyen), Marlene Dietrich(Aktris), Diana Dors(Aktris), Metin Milli(Müzisyen)

sözlerime burada son verirken Sgt.Pepper's Lonely Hearts Club Band albüm kapağındaki Paul McCartney' in ölüm fermanını siz de arayadurun. İlk sembol, üzgün halleri...İkinci sembol çiçeklerden yapılmış 3 telli bas gitar

9 Ağustos 2011 Salı

27 Yaş, Bırakıp Gidebilme Erdemi, Buna Benzer Başlığa Sığmayacak Edepsizlikler

Teoman'ın müziği bırakmasının ilk günlerindeyiz. Kimbilir gazeteler nasıl harıl harıl bir röportaj kopartmaya çalışıyordur kendisinden. Bendenizin olayla ilgili hiç bir fikrim olmamasıyla birlikte, bir veda mektubu bırakıp bırakmadığını, "end-up process" sebeplerini merak etmiyorum. Çala kalem, hedef tahtasına koyup verip veriştiricem bu seferlik.

Çok erdemli bir davranış bırakıp gidebilmek. En azından bizim evden baktığımızda. Çünkü alıştığın, alıştırdığın şeyleri yok sayıp, kartviziti falan atıp kafandaki "yeni sen"e belki de Yenisey'e gitmeyi tasar etmişsindir.

Bir işin varken, istifa edip işe gitmediğin, giden insanları izlediğin ilk günün burukluğunu biri gelip anlatmalı bizlere. Biri gelip pencerede yanımda durup, hatta oturduğu yerden anlatması gerekiyor, gitmemeyi tercih etmeyi, nasıl göründüğünü gidenlerin.

Dünyamızın sadece gündüz yaşayan ve çalışan ofis insanları için yaratıldığı fikrinin sahibi gelsin bi oturalım. Kahve de yaparım. Köpük meselesini tam oturtamadım. Kendime yaptığımda oluyor ancak sayı iki ve üzeri olunca yüzey gerilimine bağlı olarak köpükler fincan kenarlarında birikiyor.

27 yaşa şunun şurasında 27 kala, yol açtığı şehir insanı ve doğaya kafa tutan insanın "varoluşsal bunalımları" bir paragraf da yazarak google aramalarında 3 5 tıklama alır mıyım? Onun yerine bugün yaptığım limonatadan bahsedeyim. Daha doğrusu memur işi Lynchburg limonata...Herhangi bir marka limonatanın içine biraz daha limon sıkıp, biraz buz biraz viski katıp sallayınca süper oldu. Serin serin içiyorum.

27 yaş kritikliği 30' a yolun az kaldığı tabelasını görüyorsun. Fakat tatil için gittiğin şehre değil de, uzaktan bir yakınının cenazesi için gittiğin bir şehrin tabelası bu. Yaklaştıkça uzak yakınla anılarını karıştırır, bağını kuvvetlendirmeye çalışırsın. Sonra anıları kabartırsın ki o kadar da uzak olmadığına ikna edersin kendini. Geride ne bıraktığını da düşünür ve iyice yakını da bırakıp, gittiğinde görememeyi, o sürede kendi yaptıklarını yatırırsın tahtaya ama dönüşte nerenin tostu daha iyiydi diye devam edersin.

Bırakıp gidenlere bir örnek verip yazıya böyle girmeden, geliştirmeden, raşitik bir şekilde bırakıyorum:

1993’te artık şarkı söylemeyeceğini açıklayan Kayahan, ‘Son Şarkılarım’ adlı bir albümle sevenlerine veda etmişti. O günden bu yana sekiz albümü yayımladı.

7 Ağustos 2011 Pazar

İsmet Özel İçin Ne Yapabilirim?

Hayır, yanlış anlamayın. İsmet Özel benden birşey talep etmiyor fakat ona olan sevgim beni ne yapacağımı şaşırtıyor. Ruhum, meğerse onun şiirlerinde yazılmış ve sonradan bedenimi yerleştirilmiş bir saat gibi arada tekliyor, duruyor ama bazı tuhaf şeyleri gösteriyor. Evi Nepal' de kalmış Slovakyalı bir salyangozdur belki ruhum. Yine de dinmiyor bir şeyler yapma isteği. İsmet Özel' in çıldırması, faşistliği, eski komunistliği konuşuluyor sadece. Üstünde taşıdığı deliliği, omuzlarındaki rütbeli beyaz gömleğiyle başka kimde gördünüz? Sizin filmleriniz 3 günde bir değişirken ben ikircikliydim
Şimdi ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yokluğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka bir muska takmadan konuşmak istiyorum.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Yapı Taşımız Aile


Günaydın!

Bugün biraz akrabalık ilişkilerinden bahsedeceğim. Üstelik işlerin kolaylaşması için bunu şekil üzerinden anlatmayı uygun buldum. Bildiğimiz üzere toplumlar bireylerden ve onları yetiştiren ailelerden oluşur. Aslında ailedeki her kişi bir bireydir. Neyse toplumumuzun yapı taşı ailedir. Bunu önerme bozulmamalı hele ki birlik ve beraberliği bu kadar ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde.

Ailelerimiz, birbirlerini seven iki kişinin hayatlarını evlilik akdi ile birleştirmesi ile kanun huzurunda meydana gelmeye başlar. Bu akit sonucu ortaya çıkan artı değerler şekilde görüldüğü üzere Çocuk No:1, Çocuk No:2, Çocuk No:3' tür. Çocuklarınıza isim verebilir ya da onların bir kahramanlık gösterip isimlerini kazanmasını bekleyebilirsiniz ama asla daha fazlasını bekleyemezsiniz. Çocuklarımız da anne babalarının bu mutlu beraberliği benzeri ilişkiler kurarak yine şekilde görülen evlilik akdini gerçekleştirip artı değerler üretebilirler. Bu seriye Çocuk numarası ile birlikte 2. Nesil 1. Segment adını verdim.

Bu esnada asıl vurgulamak istediğim yere geldiğimizi düşünüyorum. İki aile arasında bir bağ kurulması ve bunların "akrabalık" olarak adlandırılması üzerine konuşmalıyım. Çünkü gerçekten benim için oldukça güç bunları açıklaması.
Bakınız, her ailedeki çocuklar birbirleriyle "kardeş" burası oldukça basit.
Evlenen erkek çocuğun eşine diğer kardeşler "yenge"
Evlenen kız kardeşin eşine ise diğer kardeşler "enişte" adlandırmasını yapıyorlar. Buraya kadarına oldukça hakimim.

Evlenen çocukların anne ve babaları bu noktada yeni birer isim alıyorlar.
Dünür.
Çocuk serisinin anneleri ve babaları çocuklarını evlendirdikten sonra birbirlerine dünür demeye başlıyorlar. Ancak çocuklar tarafından onlara verilen yeni isimler var. Resmi yazışmalarımında eşinin annesine "kayınvalide" ve babasına"kayınpeder" derler. Ancak yüzüne karşı ise genelde anne ve baba tercih ediliyor. Tabi anne babalar ise boş durmayıp, oğlunun eşine "gelin" kızının kocasına ise "damat" kelimesini kullanıyorlar ancak çocukları her zaman onların çocuğu.

Akrabalığın gizli kahramanları elti, baldız, görümce ve kayınço çünkü onlar aslında herkes ve hiç kimsedirler. Kimi ailelerin mitokondrisi gibi çalışırlar. Baldız olan akrabamız, erkek çocuğun(Çocuk No:1) eşinin(Çocuk No:3) şayet kız kardeşi(Çocuk No:2) varsa bu erkek çocuğa göre baldızdır.(Baldan tatlıdır demeyeceğim.) Erkek kardeşi(Çocuk No:1)var ise bu akrabamızın adı kayınçodur. GÖrümce, damadın(Çocuk No:1)kız kardeşine(Çocuk No:3) gelin(Çocuk No:3) tarafından verilen isimdir. Elti ise çok hakim olmamakla beraber tablomuzda görünmez olan evli erkek kardeşlerin eşlerinin birbirlerine verdiği isim olarak bakıyorum.

2. Nesil 1. Segment olarak isimlendirdiğim çocuklar ise birbirlerine göre cinsiyet gözetmeksizin kuzendirler. Anne ve Baba' ya göre "torun" Çocuk serisine göre "evlat", "çocuk", "bala" olarak nitelendirilirler. Çocuk No:1 2.Nesil 1. Segment için Çocuk No:3; "Anne", Çocuk No:1; "Baba", şekildeki "Anne" ve "Baba", için ise Anneanne, Babaanne ve Dede kelimelerini kullanır. Yine bu doğrultuda "Baba"sının kardeşi olan Çocuk No:2' yi "Amca", Çocuk No:3' ü "Hala", "Anne"sinin kardeşi olan "Çocuk No:2"yi "Teyze", Çocuk No:1' i ise "Dayı olarak çağırırlar.

Sorum şu:Biz Habsburg sülalesi miyiz de bu kadar karışık, girift ilişkilere sokuyorsunuz beni? Bir yere kont, dük olarak atayacak mısınız da böyle payeler veriyorsunuz güzel kardeşlerim? Ben aristokrasinizi desteklerim desteklemesine ancak bunları aklımda tutacağım bir moral, motivasyona ihtiyacım var.

Düzeltme: Aristokraside atama olmaz, Napolyonik bir durum yoksa tabi.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Yer Demir Gök Bakır...Ortalık Kir Pas İçinde

Bunu daha önce de yazmış olabilirim ya da aklıma çokça yazdım ancak bir daha yazmak hususunda bir sakınca görmüyorum. Bu Afrika'daki açlık, Güneydoğu Asya' daki sefalet, Güney Amerika' ya yaşatılan rezilliklere bakarak söylemek isterim ki, niye bunları düzeltmek için cebimden bir fon ayırmam gerekiyor hala?

Evet bahsettiğiniz insanlığı yitirerek, vurdumduymaz, dünyayı su basmış ördeğe vız gelmişçilik kafası ile yazmıyorum bunları.

Bir süre çevre koruyan, doğal hayatı koruyan derneklere sürekli yardım yapmayı sakıncalı görmedim. İyi niyetlerinden hala da şüphe duymuyorum ancak çocukken öğrendiğim birkaç kural var. Bunları sıralamak gerekirse;

Madde 1: Benim oyuncağımı biri bozarsa, bozan düzeltir.
Madde 2: Topu atan alır.
Madde 3: Üstte belirtilmiş olan maddelere uyulmazsa babama şikayet etmek zorunda kalırım.

Bu bilgiler ışığında bahsettiğim açlık, sefalet ve rezilliklerin kaynaklarına bakarsak, topluluklar, halklar, kabileler 19. yy. başına kadar bu tip problemlerle göğüs göğüse çarpışmadıklarını düşünüyorum. Öyleyse Kenya, Somali ve Etiyopya' nın karşı karşıya olduğu su ve hasatla ilgili sorunu bu noktaya getiren Fransız, İngiliz sömürge imparatorluğu' nun Sanayi Devrimi çelik konstrüksiyon adamları gelip bir el atıp düzeltmeleri gerekir üstte belirttiğim maddeler ışığında.

Güneydoğu Asya' daki gemi sökme platformları ve über teknolojik olduğu sanılan fabrikalar sayesinde balıkçılıkla uğraşan yavru adacık insanlarının düşürüldüğü işçi görünümlü köleliği düzeltmek için de babamın kas gücünden medet umabilir miyiz?

Meksika Körfezi' nin halini düzeltebildi mi benim verdiğim paralar? Yine o paracıkların, aynı petrol şirketinin Shetland Adaları' nda benzer bir tesisi açmasına engel olabilecek mi?

Albay Kaddafi' nin kötü yanlarına almak yerine, Kağıtları fırlattığı, Ban Ki-Moon' un resepsiyonunu iptal ettirdiği upuzun BM konuşmasında Batılı devletlerin Afrika' ya diktatörlükler değil, tazminat vermesi gerektiğini belirtmişti. Tabi es geçilecek kadar komik bir fikir olarak düşünülmüş olsa ki kimse üstünde bile durmadı.

Bu insancıkların babalarını ellerinden aldığın gibi, tanrılarını bile çaldın. Tutup bu noktada neden ben düzeltiyorum bu rezilliği?
Elinden babasını, tanrısını, yaşadığı toprakların tüm artı değerini alıp, sürekli insanlık vicdanını topu almaya yollayacaksın. Oldu olacak dünyanın en büyük çöplüğü haline getirdiğiniz Moritanya' yı temizlemek için de "Hadi bi el atın" demekten çekinmeyin...

Ben artık yemiyorum.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Biraz Kil, Biraz Bor Biraz Nadir Topraklar

Bor, Neptunyum, Toryum, senelerdir es geçilen malzeme bilimi, fizik ve diğer doğa bilimlerinin kurtarıcısı olacak diye düşünmeye başladım. Çünkü tüm Türkiye oturuyor dost meclislerinde toryum, bor ve neptunyum konuşuyor. Ancak görüldüğü gibi kulak; göze oranla daha kolay doldurulabilen bir organ olduğu için bu elementleri satıp satıp Türkiye' nin neden kurtarılmadığını, vatan hainliğinin vardırıldığı nokta konuşuluyor.

Sağolsunlar. Yalnız farkında olunmayan şey sanırım neptunyumun doğada bulunmadığı. Nötron bombardımanı sonucu meydana gelen bu elementin, doğada nötron bombardımanı yapan ağaç, bakteri, eklembacaklı olmadığından dolayı(en azından henüz rastlanmadı böyle bir varlığa)yurdumuzda rezervinin bulunması da pek olası gözükmüyor. Toryum daha uranyum rezervleri dünyada tükenmeden nükleer yakıt olamayacağı, var olan rezervlerin de düşük tenorlu olması yanı sıra hele bir de parçacık fiziğine yapılan yatırımın yaklaşık 0 olmasıyla toryumdan trilyonlarca dolar beklentisi de bir kenarda duracaktır.
Bor konusunda hiç konuşmak istemiyorum konuştuğum zaman ne kadar seviyemi bozduğumu bilmiyorsunuz çünkü.

Burada Çin' e biraz değinmek istiyorum. Çin de bizim yaptığımız maden şovenizmini yapıyor ancak sağlam dayanaklarıyla. Çin sadece ucuz oyuncak, ayakkabı, çakmak gibi ürünlerle dünyayı ele geçirdiği fikrinden kurtulmamız gerekli sanırım. Çünkü bilenler için olmasa da bilmeyenler için malzeme konusunda Çinli bilim insanlarının bulunan ardı arkası kesilmeyen, hunharca yazdıkları makaleler, hiç de oyuncak, çakmak üzerine değil.

Deng Xiaoping' in 1992' de yaptığı açıklamalardan esinlendim bunları yazarken. Söylediği şeyi çarpıcı buldum:
"Petrol Orta Doğu' daysa nadir toprak elementleri Çin' dedir."

Modern medeniyet petrolün omuzlarında bir noktaya kadar geldi. Bu modern medeniyet artık ipod, bilgisayar, televizyon, cep telefonu gibi besleyici cihazlar yanı sıra manyetik rezonans, tomografi cihazları, dedektörler, laser hızlandırıcılarla karnını doyuruyor ve bu açlığı gidermek için hep daha fazlasına ihtiyacı var. Bu bahsi geçen cihazların malzeme teknolojisine bakınca Deng Xiaoping' in açıklaması büyük önem taşıdığını anladım. işin daha da enteresan yanı ise yüksek teknolojinin bayraktarı olarak bilinen ABD' nin de bu teknolojiler için olmazsa olmaz niteliğindeki nadir toprak elementlerinin hepsini, dünyanın %97'lik ihtiyacının Çin' den ihraç edildiğini de eklersem, konunun bizim neptunyum, toryum ve bor rüyası gibi boş vaatler topluluğu olmadığını tekrar ve tekrar görme şansına sahibiz.

Bizim süper madencilerin aklında neodmiyum-demir-bor magnetleri yapma fikri olmadığından bor varlığı onlar için yeterli geliyor. Bu da çalışmadan Şark tipi zenginlik rüyasını canlı tutuyor.

Referanslar:
(1)http://theanchorhouse.com/2006/10/10/rare-earth-may-be-chinas-checkmate/
(2)www.mta.gov.tr/neptunyum.asp
(3)www.mta.gov.tr/toryum.asp.
(4)Chinese Society of Rare Earths. 2006. 20 September 2006


Yıldız Tarihi' ne Ek: Nadir toprak elementlerinin öneminin anlaşılması adına cümle içinde kullanıyorum:
Japonya ile Çin arasında geçtiğimiz yıl meydana gelen balıkçı teknesi krizi sonrası, Çin' in nadie toprak elementlerinin ihracını durdurarak, stok imkanı düşük olan Japon firmalarını geçici bir krize sürükledi

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Belediye Otobüslerindeki Kadın Dayanışması

Şayet Belediye ve Özel Halk Otobüsleri ile seyahat ediyorsanız, şikayet etmek dışında yapacağınız enteresan gözlemler de var. Otobüsler için hanedan rengi olan mor seçilmesini es geçerek otobüsteki kadın dayanışmasından bahsetmek istiyorum.

Erkeklerin iş, sanat, spor, politik vb. amaçlar uğruna örgütlenme konusunda başarılarını bugüne dek gördük fakat kadınlar için aynı örgütlenme masonik bir örgütmüşçesine gizli ve acımasız. Örneğin yer verilmediğini gördüğü örgüt arkadaşının mağduriyetini üzerine, örgütün otobüste bulunan bir diğer üyesi hemen haksızlığa uğradığını düşündüğü örgüt arkadaşı için küçük çaplı bir basın toplantısı ardından Dreyfus Savunması benzeri bir savunma ile hakkı hak sahibine vererek, bir sonraki durağa mutlulukla ilerlemektedir. Üstelik otobüsün tek hakimi, tiranı olan şoför ve koşullara bağlı olarak varsa muavinini de henüz çözemediğim bir şekilde sindirerek Direktuarlar gibi otobüsün yönetimini ellerinde tutmaktadırlar.

Sözlerime burada son verirken, bu örgütü ifşa ettiğim için Kadın Dayanışması bindiğim her otobüsten beni durağıma varamadan inmeye zorlamakla kalmayıp, Elbe Adası' na acımadan yollayabilir.


Saygılarımla



vive l'Empereur

8 Temmuz 2011 Cuma

O.D.R.I.P.

Kusura bakılsın istemem. Ölümü üzerinden bir kaç sene geçse de ben ancak yazma cesaretini bulabildim. Zaten ölüp zaman kavramını yitiren biri için yazılan bir yazının, 9600 yıl sonra hologram olarak evren defterlerine yazılması ile Orhun Yazıtları' nın altına not düşülmesi arasında derin farklar yaratacağını da düşünmüyorum. Benim için önemli olan zaman kavramının göreli hale gelmesini sağlayan biri için yazıyorum bunları.

Kendisiyle tanışmam, Kadıköy' deki meşhur CD' cilerden "From Gagarin's Point of View"u almamla başladı. Ertesi hafta "Strange Place For Snow". Bildiğim herşeyi yeniden gözden geçirmemi sağlamıştı. Hatta hala From Gagarin's Point Of View dinlerken Gagarin' in uzaydan dünyaya baktığını düşünüyorum.

İlk gelişlerinde yani 2002 yılında maalesef izleme şansım olmadı. Ancak ikinci gelişlerinde bu fırsatı kaçıramazdım. İyi ki kaçırmamışım. Bana Seven Days Of Falling'den daha da uzun bir "fall" yaşattılar. Tarih 2005.

2008'de konser için beklerken, beklenmeyen ölümün gelmesi. Evet ölümlerin hepsi erken ancak beklenenin ölümü kadar insana dokunmuyor. Bu hiç tanımadığım Esbjörn Svennson' un ölümü için de, en yakın arkadaşlarından birini okula gelsin diye beklerken ölüm haberinin, onun yerine gelmesi ile aynı.

İkisini de sevgiyle anıyorum bugün. Eighty Eight Days In My Veins ile bitireyim yazıyı. Çünkü yazıp, çizip daha fazla zedelemek istemiyorum sizleri.

5 Temmuz 2011 Salı

Alt Tarafı Deniz



Askerden geldiğim tarihten beri toplamda 2 saat televizyon ya izlemişimdir ya izlememişimdir. Bir taksimetre takmadım maalesef televizyona. Bunu övünülecek bir davranış olarak anlatmıyorum. Ancak tepedeki fotoğrafın manası bu konuyla ilintili olduğunu için bunu da anlatma gereği hissettim. Güncelle ilişiğim kesiliince hemen geçmişe döndüm. Ecdadımızı sürekli Mohaç kapılarında, Adalar' da, Modalarda değil biraz da unutulmuş hikayeleriyle anıyorum. Morse yazısı da zaten bu konunun bir aynası niteliğinde. Orada da bahsettim. Emperyallerden biri olunca teknolojik gelişmeler için size geliyorlar. O zamanlar DPT, TÜBİTAK da yok ki genç ve orta yaşlı bilim adamlarını desteklesin.

Biliyorsunuz ben de denizaltıları seviyorum. Sevgi olunca bi bakıyor insan nedir ne değildir diye. İlk denizaltımı havuzda kafama kova geçirerek, iç basınç ile dış basıncı dengeleyerek su altında nefes tutma ve kova içindeki havayı kullanmak suretiyle, yüzeye yakın olarak 3 dakikalık deneme dalışlarıyla yaptım. Düşük maliyetli, herkesin evinde yapabileceği, Deryalı Günler denizaltım halktan da gerekli ilgiyi gördü. 1775' ta David Bushnell tarafından yapılan "Tosbağa" denizaltısı New York' taki HMS Eagle'ı batırmaya gidip boş dönmesiyle, denizaltının da savaşmak için bir platform olduğu ortaya çıktı. Aslında sıkıntı denizaltı yapmakta değil ona motoru yerleştirmekte oldu.

Yukarıdaki foto da yine Dünya'da bir ilki gösterdiği için koyma gereği hissettim. Abdülhamid(Nordenfelt II) ve Abdülmecid(Nordenfelt III) dünyadaki ilk torpidolu denizaltı uygulamaları olarak denizcilik tarihinde yerlerini aldılar. Bak sen köhnemiş Osmanlı' nın yaptıklarına! Hemen padişah kovuldu, meclis açıldı.

Şimdi burada bir şeyler öğrendiysek, hemen unutabiliriz.

Bunda büyütecek ne var, alt tarafı deniz!

NOT:Artık adım kesin Neo-Osmanlı olarak çıkmalı. Namatbu zahiri terfikam yakında istibdadın gölgesinde yazamaz hale gelebilir.

30 Haziran 2011 Perşembe

İade-i İtibar

Geek Kümesi'nin en kesişik elemanı olan Star Wars Saga'nın bir karakterine iade-i itibar talep ediyorum.

Serinin başından beri bir en az bir droid tümeni, bir tabur droidekas ve adını sayamadığım bir sürü robotik numarayı metalurji sektörüne hurda olarak kazandırmış olan Obi-Wan Kenobi bunu çoktan hak etti. Günümüzde de yaşasa da galaksimizdeki hurda fiyatları bu kadar hareketli olmasa.

Tabi bunların yanı sıra Darth Maul, General Grievous, Anakin Skywalker! gibi nice koçyiğitleri dize getirip, Klon Ordusu' nun Balyoz Darbe Planı gibi bir hareket içinde olduğunu ortaya çıkarmış, bunun yanı sıra esprileriyle canımıza can katmış ismi ile müsemma bir Jedi'dir. En sonunda da artık Jedi gücünden iyi sıhatte olsunlara karışıp, telepati yoluyla can damarımızdan yakın hale gelmiştir.

Anakin Skywalker' ın da bir manzumesinde belirttiği gibi;

"Obi-Wan Kenobi yedi düveli dize getirmiş, Usta Yoda kadar güce hakim, Mace Windu gibi bileği bükülmez bir kılıç üstadıdır. Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Jedi'lara nasip oldu. Obi-Wan Kenobi'nin dehasına karşı elden ne gelirdi." diyerek sözlerimi noktalıyorum.

Üşüyoruz Master

28 Haziran 2011 Salı

Kandilinizin mübarek olsun ben severim kutlamayı kandilleri ama kandil simitlerinin de mahlepli yapılmışını daha çok severim. Rayihası hamura dağıldıkça apayrı bir hava kazanır kandil.

Mahlebin faydaları saymakla bitmez keşke Lady Diana yaşasaydı da görseydi bu mahlepli günleri. Evlatlarının mürüvvetini de görmek nasip olmadı. Halbuki kendisi dünyanın en çok izlenilmiş olan(600.000 kişi katedral çevresinde, 750 milyon kişi TV'de)evlilik programını yapmıştı. Yani bizi 60 milyon izliyor lütfen dikkatli konuşalım değil, milyar mertebesinde insan.
Her neyse bu vesileyle Kate Middleton ile Prens William'ı Allah bir yastıkta kocatsın diyor ve ben de İngiliz Muhipleri Cemiyeti azası hali, tavrımı koruyorum.

Telle uslanmayan müstemleke bir ruhum var.Said Molla' dan korkuyorum. Mollalar nedense korkunç geliyor yazılışından belki de...yüzellilikler arasında yüzüme olmayan bir tavır takındım.
gidiyorum.
Lakin İngilizliğe hasr edilen rabıta-i samimiyetin sair düvel-i itilafiye mümessilleriyle matbuata aks ettirilmesi başka nokta-i nazarla mahzurludur. Bu vesileyle namatbu, zahiri terfika yapan bu neşriyatın muhibliğine devam etmesi mahzur bulunmamaktadır.

27 Haziran 2011 Pazartesi

Doğada Tek Başına

NTV sağolsun hayatta kalma teknikleri, taktikleri ve sanatı üzerine "Doğada Tek Başına" programıyla bizi aydınlatıyor. Serdar Kılıç' a saygılar, sevgiler. Doğayı ot, ot ağaç, ağaç tanıyor. Dalıyor, batıyor, çıkıyor. Fakat es geçilen gerçekten bir kahraman var. Kamera arkasındaki ekip arkadaşlarımıza teşekkürler hikayesinden değil vallahi gerçek. Aynı şey, ne kadar dağ, bayır, bataklık, savan gezen gezgin ve belgeselciler için geçerli.

Arkadaş o yanınızdaki kameramanın günahı nedir?
Girmek zorunda mı seninle çamura çirkefe?
Sen vay survivor, vay crocodile diye dolaşırken o yersiz şakalara maruz kalıyor.
O yüzden beyler emeğe saygı
Repler lütfen

21 Haziran 2011 Salı

Habeşsin sen büyük düşün



Sol üst:Demokratik Almanya Cumhuriyeti
Sol alt:Demokratik Congo Halk Cumhuriyeti
Sağ üst:Demokratik Etiyopya Halk Cumhuriyeti
Sağ alt:Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
Orta :Demokratik Yemen Halk Cumhuriyeti

Ya sen koca Habeşistan' sın tarihini düşün ya! Yakışıyor mu sapan? O ne arkadaş? Biraz komşularına baksana Yemen' e bak haldır haldır kartal yapmış, hadi hepsini bırak Kongo' ya bak. İş, emek, tarım falan! Tamam SSCB değilsin anladık. O kadar büyük düşünemiyorsun. Dünya, enternasyonel falan... Alman' ı da zaten bırak. O mühendislikle bozmuş ama bi havan olsun sen Habeşsin, aslansın ya!

Yıkılırsın tabi!

20 Haziran 2011 Pazartesi

Lenin Heykelleri

Gece gece aklıma geldi de Doğu' da blok mlok kalmayınca onlarca Lenin heykelini ne yaptılar? Hepsini barbarca parçaladılar mı yoksa büyüyünce yine giyeriz diye kışlıkların olduğu dolaba mı kaldırdılar?

Lenin onlara kötülük yapmamıştı. Heykelini parçalama gereği yoktu. Bir gün soran olursa dünyadaki duran, devrilen Lenin heykellerinin listesini de vereyim.
Belki bu da bir belgesel konusu olur da nemalanırım. Öyle ya devir ekonomi devri!

Estonya:
Johvi: 1953-1991, heykeltraş E.Ross, A. ve S. Molder.
Kohtla-Jarve: 1950-1992.
Kallaste.
Narva: 1957-1993, heykeltraş O.Manni.
Parnu: 1950-1981.
Parnu: 1981-1990, heykeltraş M.Varik - Kotka' da bulunan heykelin replikası(1979).
Tallinn: 1950-1991, heykeltraş Nikolai Tomsky
Tartu: 1952-1990, heykeltraş A.Vomm, G.Pommer, F.Sannamaes, e.Taniloo.

Rusya:
Dubna (25 m, en yüksek ikinci; 15 m statue on a 10 m lik )
Volgograd (27 m, en yüksek)
Moskova:
1.Moskova Merkez
2.Kızıl Meydan' daki Lenin Mozolesi
3.Ekim Meydanı Boulevardring
4.Luzhniki Olimpiyat Stadı(eski adıyla Lenin Olimpiyat Stadı)
St.Petersburg:2009 yılında bilinmeyen kişilerce tahrip edilmiştir.
5.Saratow
6.Selenogorsk (Sankt Petersburg)
7.Sotschi
8.Suojarwi
9.Chelyabinsk
10.Tver
11.Ulan-Ude
12.Ulyanovsk
13.Veliky Novgorod
14.Vladivostok
15.Volkhov
16.Volgograd
17.Voronezh
18.Vyborg
19.Dubna
20.Irkutsk
21.Yaroslavl
22.Kaliningrad
23.Monino
24.Murmansk
25.Novosibirsk
26.Petropavlovsk-Kamchatsky
27.Petrozavodsk
28.Perm
29.Polessk
30.Pskov
31.Rostov on Don
32.Safonovo
33.Samara
34.Abakan
35.Aralsk
36.Arkhangelsk
37.Barnaul
38.Belgorod
39.Belogorsk
Rusya' daki anıtlar için mimar ve heykeltraş isimlerine ulaşamadım.

Ukrayna:
1.Kiev: Kiev' de toplamda 15 adet bulunmaktadır. Besaraby Pazarı' nın önünde bulunan tahrip edilmiştir. Bu anıt tekrar tamir edilerek 2009' da dikilmiştir.
2.Kharkiv:1964
Kremenchuk :(Poltava Oblast) 2008 yılında kaldırıldı..
3.Vinnytsia:1972-1991 heykeltraşlar А.Kovalev, V.I.Agibalov, Ya.I.Ryk.
4.Ivano-Frankivsk: 1975-1990, heykeltraşlar H.N.Kalchenko, А.Е.Belostotsky, О.A.Suprun.
5.Lutsk: 1967-1991, heykeltraşlar O.P.Oliynyk, mimar — O.Lanko.
6.Lviv: 1952-1990. heykeltraşlar Sergey Merkurov, mimar — I.O.Frantsuz.
7.Rivne:1967-1991. heykeltraşlar М.K.Vronsky, mimar — I.Meknychuk.
8.Ternopil: 1967-1990. heykeltraşlar М.Ye. Roberman, mimar — G.Karasiev.
9.Uzhhorod: 1974-1991. heykeltraşlar М.K.Vronsky, O.P.Oliynyk, mimarlar — Yu.O.Maksymov, V.O.Sikorsky.
10.Cherkasy: 1969-2008. heykeltraşlar K.O.Kuznetsov, mimar— V.G.Gniezdilov.
11.Chernivtsi: 1951-1992. heykeltraşlar М.K.Vronsky, O.P.Oliynyk, mimar — М.Ashkinazi.

Litvanya:
Druskininkai: 1981, heykeltraş N.Petrulis.
Jonava: 1984, heykeltraş K.Bogdanas.
Kaunas: 1970, heykeltraş N.Petrulis.
Klaipeda: 1976-1991, heykeltraş G.Jokubonis.
Palanga: 1977, heykeltraş Yevgeny Vuchetich
Panevezys: 1983, heykeltraş G. Jokubonis.
Siauliai: 1970, heykeltraşlar A. Toleikis ve D. Lukosevicius.
Vilnius: 1952-1991, heykeltraş Nikolai Tomsky
Vilnius: 1979, "Lenin ve Kapsukas Poronino' da", heykeltraş K. Bogdanas.

Letonya:
Cesis:1959-1991 heykeltraş Karlis Jansons

Tacikistan:Duşanbe

Belarus:
Minsk
Brest

Moldova:
Chisinau: tarih bilinmiyor - Moldexpo bölgesi
Tiraspol: tarih bilinmiyor - Hükümet Binası önü
Rybnitsa : tarih bilinmiyor - Şehir Meydanı

Diğer Sosyalist Ülkelerdeki Anıtlar:
Doğu Almanya:
Berlin 1970-1992 heykeltraş Nikolai Tomski.

Etiyopya:
Adis Ababa: Meskel Meydanı(önceki adıyla Lenin Meydanı olan meydana 1984 yılında Etiyopya Devrimi' nin 10. yılında dikilen anıt Marksist hükümetin devrilmesiyle 1991' de kaldırılmıştır.)

Macaristan:
Érd (Heykel Park)

Polonya:
Kraków(Nowa Huta bölgesi)?-1989
Poronin:?-1990

Romanya:
Bükreş:(Casa Presei Libere önü)Nisan 1960-Mart 1990)

Vietnam:
Hanoi

NOT:Yugoslavya' da neden yok diye soruyordum kendi kendime de e arkadaş Tito ayak dirediğinden Sovyet'e yok tabi heykelleri.
NOT'A NOT: 1958 yılında Güney Kutbu'na da Sovyet bir bilim adamı dikivermiş Lenin heykelciği.

Google images

Hakikaten bu iyi oldu. Google' da artık elinizdeki resmi atıyorsunuz arama çubuğuna. Onun ne olduğunu algılayıp sana arama sonuçlarını veriyor. Bu da olduğuna göre saatlerce vaktinizi tüketebilirsiniz.

http://www.google.com/imghp

bu da adres.

Hadi iş başına. İki de bir pipi resmi falan atmayın. Ayıptır. Zaten herşeyi saklıyor google. Yapmayın böyle şeyler. Zaten Türkiye ortalaması düşük.
1. AB Komisyonu Üyesi Stefan Füle, Avrupa Parlamentosu’nda Kurtlar Vadisi: Filistin adlı film konusunda verilen bir soru önergesini yanıtladı. Önergede, "Böyle bir film AB Üye Devletleri sinemalarında gösterilebilir mi, film katılım müzakerelerinde tartışılacak mı" gibi sorular yöneltildi.

2.Newsweek dergisinde yayımlanan bir yazıda, "Türkiye'nin gücünü göstermesiyle birlikte, yakında yeniden canlanmış bir Osmanlı İmparatorluğu ile karşı karşıya kalınabileceği" yorumu yapıldı.

3. Uğradığı silahlı saldırıda yaralanan sanatçı İbrahim Tatlıses aylar sonra ilk kez görüntülendi. Tatlıses bugün öğle saatlerinde yakınlarının kurban kesme organizasyonu yaptığı sırada tedavisinin sürdüğü hastanenin terasına çıktı ve el salladı.

4. Halis Toprak ile eşi Nazlıcan Tağızade'nin boşanma duruşmasında tanıklık yapan annesi Şehirnaz Tağızade, 'Halis Ağa kızımdan sürekli fantazi istiyordu. Kızımın söylediğine göre birlikte olmuşlar ama kızlığı bozulmamış' dedi

5. Avustralya’da yapılan bir araştırmaya göre günde iki kez çemen ekstresi alan erkeklerin libidosu yükseliyor. Çemenin bu etkisinin sırrı henüz bilinmiyor.


20 Haziran 2011, Pazartesi Güncellenme: 16:11 Milliyet Gazetesi

Çok şey yazasım var ama benim bu hıza yetişmem imkansız.
Siz zaten kendi kafanızda bir kurgu oluşturmuşsunuzdur. Onu zedelemek istemiyorum.

Western Filmler Üzerine Manifesto

Annemle röportaj olarak düşündüğüm yapı yıkılıp manifesto halini alınca ben de akışına bıraktım. Böylece ilk manifestomu da yayınlamış olacağım:

Kısa ve Öz

Western filmleri, bir çapulcu fiyaskosudur!

Öncelikle bir "Saloon" ve onun kıytırık bir kapısı olması gerek. Çünkü kapı sürekli tekmeyle açılıyor. İçeride ise 3, 5 masa ve her masanın başında yüzünü karartmış adamlar şart. Birbirlerine laf atıyorlar. Barın üzerinde fır fır etekli bir fahişe muhakkak olması gerek. Tahminimiz o yönde ki Saloon' un üst katı genelev. Üst kattaki odaların ortasında yıkanma teknesi hatta sefilliğin arttığı filmlerde tahta fıçı şart namenin önceliklerinden.

Filmin konusu ise Saloon' un kapısından çıkarken kadın ana karakterimize bakıyor. Kavga, gürültü, toz topaç....Hani ayakkabı tamircilerinin giydiği deri önlük var ya. Hah! onun aynısını ana karakterimiz ve baş kötü karakter giyiyor. Ayırt etmekte güçlük çekmeyin istiyorum. Bunlara ek olarak atın tepesinde, kollar püsküllü bir de kirli bir şapka şart. Ortalığı toza dumana boğarak bir yerlere gitmen gerek. Çöl de olabilir. Diğer kasabaya da olabilir.

Yani özetle;

1.Şerif
2.Çapulcu reisi(tercihen deri önlüklü)
3.1 fahişe
4.3-4 tane de çirkin suratlı çapulcu(adamı kovalamak maksadıyla)


Kızılderili versiyonlarında ise bu gruba ek olarak;

1.Kızılderili reisi
2. Örgü saçlı bir kızılderili kızı
3. Ortada sürekli kaynayan ocak veya tütsü
4. Arada bir de atasözü, deyiş falan


bu filmler için yeterli iken güzel kardeşim TRT ilk açıldığı günden beri niye her Pazar Western filmi yayınlıyor. Hadi onlar yayınladı bir gelenek, değerli izleyici sen hala Tommiks, Teksas ve izlediğin 100' ü aşkın filme rağmen hala nasıl izleyebiliyorsun?

komikli video izlemek için tıklayın

NTVMSNBC' nin haberine göre nette video izlemede Avrupa ikincisiyiz. Birinci Almanya.
Demek oluyor ki bizden daha çok komikli video, hayvan ve bebek şapşallığı izliyorlar. Bütün gün oturup 3D CNC uygulaması izleyecek halleri yok ya!
Almanya' daki Türk kardeşlerim her zaman Eurovision' da bize destek olduğu gibi video konusunda da vitesi arttırıyor olabilir mi?








Haber:
Nette video izlemede Avrupa ikincisiyiz
ntvmsnbc
Güncelleme: 11:48 TSİ 20 Haziran. 2011 Pazartesi

18 Haziran 2011 Cumartesi

Ne kadar ciddiye alırsınız bilmiyorum ama Afrika' dan Gençlerbirliği' ne transfer olmuş genç Afrikalı futbolcu gibi yalnızım. İşime mi bakayım, insana mı uyum sağlayayım derdindeyim.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Follow The ....-er (Noktalı Yerleri Doldurunuz)

Değerli okuyucu,

Sen üstüne alınma diye belirtiyorum.

Ya okumayıcılar nasıl iş arkadaş!
Az evvel blog gezmesine çıktım. Next, next, next diye diye. Click miktarım ile üye sayım tutmuyor. Elalemin bloglarına üye olmuşsunuz, ama gezmemişsiniz. Benim blogda fır dönülüyor ama izleyici yok. Lütfen bakıcı mısın, alıcı mısın?

Söz; mesaj kaygısı taşıyacağım.
Sevgilinize laf arasında söyleyebileceğiniz cümleler de yazacağım.

Toplasan 2 halı saha takımı etmeyecek kadar izleyici?

İzleyici sen üstüne alınma. İzlemeye devam.

Gazanfer'le Hadım Takıma Programı

Bugün didaktik ve bizim kolumuza belki bir altın bilezik takabilecek bir yazı yazmak istiyorum. Çünkü bu blog, bir boşvermişçilik, 19. yy. İngiliz burjuvası ama hicivden de ödün vermemciliğin kalesi gibi görünmesini istemem. Zira ben de oturduğum yerden mesajlar en olmadı powerpoint sunuları hazırlamak isterdim. Fakat gerçekten bu konuda uzmanlar, akademisyenler canhıraş çabalar veriyorlar. Gerek madencilik, mühendislik gerekse tarih, siyaset konsunda canlarını dişlerine takıp, o arka plan senin bu müzik benim hani nerede sümüklü çocuk fotoğrafı diyerek aldılar gidiyorlar.

Beni yine yolumdan saptıran okuyucuma, bugün bir şey öğreteceğim. Beraberce yaparsak benim bilgimin de pekişeceğine eminim. Çünkü bilgi, sevgi, paylaştıkça büyür. Acı küçülür.

Bugün bir podcast nasıl yapılır onu inceleyeceğiz:
cnet yazarı Rick Broida' dan esinlenerek burada nasıl olur bu iş bir bakalım.
Malzemeler:
1. 4 saatlik süre(isteğe göre)
2. 50 dolar(bugünkü kur ile 78.9 TL) para

bu 50 doları aslında amerikan kafasıyla tutar. Biz gitsek 20şer liradan 2 headset alsak biraz da kuruyemiş, fanta tamam. İlk bölüm çıkar.
Bir de kayıt edecek software meselesi önemli ama freeware olarak Audacity bizi ziyadesiyle idare edecektir. Bir dönem Sesli Kitap Gönüllüleri de bu program vasıtasıyla kayıt yapabildiklerine göre bizim podcast işini idare eder.

Altyapı hazırlandıktan sonra, yapacağın podcastin planına geldi sıra. Rick demiş ki politik görüşten tutunuz da ev hayvanlarına kadar muhtelif konularda konuşabilirsiniz. Ancak ben politik görüşlerimi paylaşırken bir yandan da ev hayvanlarının parti amblemi neden olamadığını da konuşabilirim. Hak vermek gereklidir ki, bir plan olmazsa uzun süren "mmmmmmm...." veya "aaaaaaaaaa..." ya da "şey...." tarzı doğa sesleri ile podcastin süresini yiyebiliriz.

Kayıt aşamasında ise paylaşmam gereken husus; 44.1 KHz ve 16-bit sampling üstü ses kalitesinden çalışmanızdır. Zira bunu ben söylesem inanmayın. Cnet yetkilisi diyor. Sakarya mahalle radyosu kıvamında olmasın. Hani oyunlarda minimum gereksinimlerde açınca adamların her biri satranç oyuncusu gibi düşüne düşüne hareket ediyor ya öyle kanser etmeyin dinleyeni de.

Bu iş de tamamlandıysa rötuşlar ve sunma aşamasına geliyoruz. Benim tavsiyem arkaya "Yedi Karanfil" albümünden bir parça koyun. Bir de giriş için intro hazır edin.

Podcasti cd olarak cami kapısında dağıtmak manasız olacağına göre bir server oluşturmanız veya Ourmedia.org gibi ücretsiz bir siteye yüklemeniz konusunda size salık verdim. Bu konuda zayıfım.

Son olarak da ben nasıl bloga girenin çıkanın kaydını tutuyorsam, siz de tutun. geri dönüş alın. Dinleyici mektuplarına yer verin. Bir şeyler yapın herşeyi ben mi söyleyeceğim.

Bir de benim gibi sürekli teapot olarak hatırlamayın. Podcast demeden önce aklıma hep teapot geliyor.

Ciao!

12 Haziran 2011 Pazar

2011 Haziran Seçimleri

Bu blogda bir kaç satır yazayım da sonra gündemden uzak, hayatı takip etmiyorsun, demeyesiniz. Reyimi verdim, geldim. Yalnız sonuçların açıklanmaya başlamasıyla, seçim yasakları benim için şimdi başladı. Bundan sonra iktidar partisi, vaatleri, icraatları üzerine konuşmak istemiyorum ta ki diğer seçime kadar.


Ciao!

10 Haziran 2011 Cuma

Hızlı ve Öfkeli değil sakin sakin.

Sadece 4 dakika 30 saniye süre veriyorum. Bunları neden sayıyla yazdığımı soracaksanız. Çünkü her iki sayıyı da matematiksel bir ifadenin içine alıyorum. Söylendikleri an itibariyle benim bu yazının bitişini muştulayan sayılar olacaklar. Bu yazıyı o sürede bitireceğim. Ne bir rekor amacı taşıyorum ne de bir yere yetişmeye çalışıyorum. Zaten 4 dakika 30 saniye için bir yere yetişmeye deymeyeceği gibi annem bile benden daha hızlı yazabilir. Annemi yermek amacıyla değil, sadece onun geçmişinde daktilo öğretmenliği yapmış olması fikrini ortaya koyarak sürenin konulma amacından sıyırdım.

Daktilo nereden çıktı bilmiyorum ama çok kral bi makine. Yani eskiden bana pek öyle gelmezdi. Oyuncak olarak kullandığımdan hantal ve sadece kollarını sürekli kaldırıp kağıda elle bastırmak gibi manasız işler yapardım.

Yönetmenim beni uyarıyor. Bana ayrılan sürenin de sonuna geldim.

Ciao!

8 Haziran 2011 Çarşamba

Bir Kritik İnceleme

Yazdığım blogun bazen aktivitesini gelen nesine geliyor, gelen de ne kadar duruyor diye merak ediyorum yalan yok.
Hiç önemsemiyorum, kendim için yazıyorum! Yalan!!!!!

Bal gibi takip ediyorum.

Fakat benim aranıp bulunduğum keywordler tam da bana malzeme olacak şekilde.Aradan seçtiklerimi sıralamak istiyorum:
1. 8 Jun karımın taytı donsuz giyiyor
2. 7 Jun ismail türütün show arşivleri
3. 5 Jun turist ömer uzay yolunda echoes
4. 30 May ı promise to pay the bearer
5. 26 May doramad diş macunu
6. 8 May ismet inönü maça ası nedir?
7. 30 Mar arabada rodyum kullanımı


ve bunların haricinde kaçınılmaz, engellenemez defalarca Dayı Tekel'in aranmış olmasını yazmak istiyorum. Dayı Tekel bu blogun gizli celebrity si oldu.

Karım taytı donsuz giyiyor ne ya?

Edebali I


Samuel Morse pek çoğumuzun böyle okuyunca tanımadığı gibi, mors alfabesini geliştirmiş olan ve telgrafı hayatımıza katmış büyük bilim insanı. Şöyle böyle oldu. Küçükken bilime çok meraklıydı, bir sayı çarpardı aklınız dururdu gibi maarif takvimi arkası açıklamalardan sıyrılacağım.

Morse bu elektrikli telgrafı, gerçek bir yenilikçi olan II. Mahmud'a getirmeyi uygun görüyor. Böyle bir yatırımı ancak sultanın kabul edeceğini düşünüyor. II. Mahmud takdir edeceğiniz gibi, hemen kabul ediyor ancak eldeki prototipin Sultan'a yaraşır bir hale getirilmesi için ekip Viyana' ya gidiyor. Viyana' ya Tuna Nehri' nden giden geminin batmasıyla II. Mahmut' un "Vermeyince Mabud neylesin Mahmut" sözünü tekrarladığına eminim. Bu arada merak etmeyin Morse hayatta. Rahat olabilirsiniz. Hala Yılmaz Özdil için çalışıyor o esnada. Ekibini yolluyor Sultan'a.


Neden Yılmaz Özdil diye soracak olursanız günümüzde Morse' un ruhunu dünyada en çok şad eden kişi Yılmaz Özdil. Vizyonel farklılıkları olsa da Yılmaz Özdil her yazısında kullandığı
"Türkiye
....
Yurdum
...
Paganini
-...
"
şeklindeki Mors kodlarını aşıp, yazıya ulaşamıyorum. Hatta sadece noktalara odaklanıp, onlardan manâlı bir şey çıkarmak istiyorum. Genelde H, I, S harflerini yazdığı için kendi yağımda pembeleşinceye kadar kavruluyorum.

Sözün Yılmaz Özdil' e bağlayıp hayranlarınca tartaklanmak yerine tu kaka edilen Osmanlı'nın teknoloji yatırımları ve innovasyon için para harcamaktan çekinmeyişi ile bitireyim. Yani gemi batmasaydı dünya üzerindeki ilk metrolardan biri ile değil de ilk telgraf hattını kuran devlet olarak övünebilecektik. Hatta farklı bir çıkarım ile günümüzde yaşayan imparatorluk ABD değil, Osmanlı olsaydı ışık hızında Hac' a gitmek değil, Uzay Merdiveni ya da Mars' ın Fethi gibi, konularla uğraşan bir topluluk olacaktık.Kızıl Elma Mars olacaktı.Uzay aracının ismi Edebali I ya da Leonardo III, Sefer-ül Morse gibi bilim insanlarının adını da içereceğine inanır gibi oldum.

Hadi Ciao
...
-...

6 Haziran 2011 Pazartesi

Code de Wikipedia

Üniversite öğrenciliğinden az çok nasip almış ve proje hazırlamış biri olarak Wikipedia' dan yararlanmışızdır. Kimimiz utandığından, kimimiz ise refere etmeye değer bulmadığından referans göstermemiştir kendisini.

O yüzden burada "Wikipedia nedir?", "ne ile iyi gider?", "Kime yarar?" "bir emperyalist bozgunu mu?" gibi soruları geçerek bildiğim kısımdan hem zamandan hem de mekandan tasarruf etme niyeti taşıyorum.

Fakat bence en fantastik özelliği, arama yaparken memleket memleket bilgi alış-verişine yatkınlık ölçümleri yapabilme şansınız olması.

Arattığınız herhangi bir maddeden farklı dil seçenekleri bakınca bunu anlamakta hiç güçlük çekmiyorsunuz.
Hemen zaman geçirmeden atıyorum: Napoleon. Ses bayrağımız olan Türkçe ile arama başlıyor. O da güzel. Bilgi yaklaşık 2 sayfa. Hemen bir Cezzar Ahmet Paşa hikayesi, İstiklal Marşı kapanış.

Durmak yok yola devam. İngilizce versiyonuna bakınca Napoleon hakkında aldığınız bilgi, bilgi değeri taşımaya başlıyor. Fransızca versiyonuna bakmıyorum bile. Almanca versiyonu da onlarla yarışır halde.

Bizim versiyon, Esperanto ile benzer durumda. Arkadaş demek ki ben temel bir çıkarım yapmak istiyorum. Türkiye' de Wikipedia' ya bilgi girişi yapan adam sayısı ile yaşayıp yaşamadığından emin ol-a-madığım Cizvit papazları ve canhıraş yaymaya çalıştıkları Esperanto dilinde giriş yapan sayısı neredeyse aynı. Burada farklı yollardan Esperanto öğrenmiş halkları tenzih ederim. Onların bu durumdan zerre alınmalarını istemem. Gerçek bir dünya dili olan Esperanto hak ettiği değeri yakında çevre galaksilerle ilişki kurduğumuzda göreceğine inanıyorum.

Fakat Wikipedia Türkiye'nin tamamen POSTA gazetesi seviyesinde olması yazdığınız ödevlerin, projelerin vs. de değerini de aşağı yukarı bu noktaya taşıyor.

Hadi Arrivederci!

EK:Napoleon demişken, Akka Kalesi Savunması, Cezzar Ahmet Paşa' nın canhıraş, keffara karşı verdiği mücadele olarak anlatılıyor iyi hoş da yabancı kaynaklar da modern donanımlı İngiliz topları ve subayları, Philippeux diyor başka bir şey demiyor. Bu işte bir iş var. Yetiş İlber Ortaylı!

26 Mart 2011 Cumartesi

Eskiden beri babamı Cihan Ünal' a benzetirim. Hem tip açısından hem de postürünü benzetirim ancak sadece benzerliktir. Yani ünlüler ve benzerleri yarışmasına sokmam açıkçası.

Benzerlik sınırlıdır diye düşünüyorum. Şimdi televizyonda görünce adamın yaşlılığı da babama benziyor. İnsanın her dönemi birbirine benziyorsa, bu kişi benzeri olmayan, bildiğim aynı, daha doğrusu tek kişi olabilir mi? Babamın eve geç gelişleri aslında matine-suare o oyun senin bu vodvil benimden dolayı mı?
Cihan Ünal benim babamsa Türkan Şoray bir dönem annem olmuş olabilir mi? Bu hesapla Yağmur Ünal' a yan gözle bakmayın kardeşim o benim
Selam İstanbul,

Bu satırları yazmak için belki çok geç ama uyandırmaya kıyamadım giderken. Seni terk edeli yaklaşık 3 ay oluyor ve beni hiç özlememiş gibisin. Özlesen arar, sorar, en azından çevremdekilere sorardın. Ben senin benzerlerini aradım hep burada.
İki ay sonra beni gördüğünde neler hissedeceksin çok merak ediyorum. Sensizliğe alışamadım. Ada yaşamını seviyorum ama seni daha çok seviyorum.

Havana in Nicosia

Hemingway'ın Havana'sı varsa, benim de Lefkoşe'm var.
Burayı ciddi anlamda Hemingway Havanası olarak görüyorum kendime.
Fransız Guyanası gibi bir şey oldu, Hemingway Havanası ama aşağı yukarı kafamda oturdu. En azından filmlerdeki kahreden sıcaktan terleyen, tarihin gerisinde kalmış bir şehirde önünde daktilo ve sarıtaştan evde oturan adam olabileceğin bir yer burası. Üstelik son kullanma tarihi geçmemiş türlü tüketim malına ulaşabileceğin bir yerdeyim. Maalesef sivil değilim şimdilik. Sivil olarak da geleceğim merak etmesin bu ada. Çözümsüzlük çözüm değil sanırım bu adada.,


Silahlara Veda