21 Aralık 2009 Pazartesi

Nihat Doğan, 1071, Alp Arslan

Yeni imajı için Kemal Doğulu’yla çalışan Nihat Doğan, albümün çıkış şarkısı 1071’in Malazgirt Savaşı ’nı anlattığını söyledi:

“1071, Türk-Kürt kardeşliğinin, bir araya gelişin öyküsü. Şarkı şiirle başlayıp, R&B ve hip hop’la sürüyor.

18 Aralık 2009 Cuma

Oğuz Atay

"Canım insanlar sonunda bana bunu da yaptınız."

Oğuz Atay Bey Amca' nın günlüğü bu cümleyle başlamış. Üzerinde uzun uzun herkes bir şey söylemiştir bu güne kadar ben de onlara katılma taraftarı değilim. Hatta hayatımdaki çoğu şeyin ateşli bir taraftarı değilim. Herkes gibi severek yaptığım şeyler var. Mesela zeytinyağlı baklanın üzerine yoğurt koyarak, akşam esintisinde yemenin hazzı var ama herkesin bunu anlamasını da bekleyemem ya da bakla sevmesini. Akşam esintisini de tabii.

Bu beklentilerime karşılık, insanların çoğu hususta birbirlerini anlamaya gayret etmediklerini düşünüyorum. Hala düşünüyorum çünkü deneysel çalışmalarım sürüyor kendim ve çevrem üzerinde. Her nedense, çoğu fikrimi anlatmak istemiyorum, burada bile.
-Neeee.!Demek.... diye devam eden cümlelerden

ya da

-Enteresan...Nereden aklına geldi?

ya da

-Saçmalama....

Ben en doğal hakkımı kullandım şimdi sen bunu baltalayabilir misin? İlyas Baltacı' nın da dediği gibi "Bana bunun yasal dayanağını söyleyebilir misin?" Ön yargılarım herkes kadar var. Kimse yadırgamasın bunu. Ön yargılarının bir kısmını ortadan kaldırmaya çalıştığım doğru ama.
"Ben de denizaltıları seviyorum" sanırım oradan geliyor. Etraftaki on binlerce nesne hakkında ne kadar düşünüyoruz? Sadece bize verdikleri hizmetleri biliyoruz. Mesela kafaya takılmış bir huni, deli sembolü olabiliyor. Çünkü sen onu varlığı dahilinde tanımaya çalışmayınca o senin için sadece su doldur boşalt makinası.

Tabi mertebesi atlayan kişiler(mertebe aslında burada maddi kesinlikle) bu sefer onlara hizmet veren insancıkları, unutulmuş, es geçilmiş nesneleri haline getirmeleri canımı sıkıyor. Çünkü hepimiz bir şekilde insancıklar konumuna giriyoruz. Okuyan, ben çok zenginim babamın var parası, basarım kırbacı alırım Fıstık' ı diyorsun ama kazın ayağı öyle değil maalesef.

Uzatmak istemiyorum, zira yazdıkça canım sıkılıyor.

Selim Işık' tan bir cümleyle bitireyim:
"Hayatım ciddiye alınmasını istedigim bir oyundu."

15 Aralık 2009 Salı

E harfine yaslanmış Çocuk' a Ek

Bu söze çeşit çeşit anlamlar yüklemiş olmama rağmen bir açılım da İsmet Özel' den geldi. Aslında ona da bir okuyucusundan. Çocuklar uyutulurlarken, ninni yerine hangi sesle bayıltıldıklarını hatırlarsanız...
-Eeeeee, eeeee, eeeeeeeeee, hadi çocuğum.
-fkfmbbdb.....

Çocuk gerçekten e harfine yaslanmış uyuyor olabilir. Gerçek anlamda da....

14 Aralık 2009 Pazartesi

Darwinist Eşek

Başıma bir şey gelmeyecekse ben Humeyni' yi pek sevmiyorum aklıma gelmişken yazayım dedim. Zebraları severim bak. Koştukça çizgileri kafamı bulandırıyor. Yalnız pijamalı eşek klişesi bitsin. Afrika koşulları bu işte. Afrika filinin dişleri uzun, Asya filinin kısa. Eşeği çizgili. Ne yapsın? Unutmadan başıma bir şey gelmeyecekse Darwin'e karşı da sempatim var

12 Aralık 2009 Cumartesi

Use toothpaste with thorium! Have sparkling, brilliant teeth radioactive brilliance!

Uzun zamandan beri ilk kez çay içiyorum. Pek şaşırmamanız gerek. Çünkü çay içmekten hiç hoşlanmıyorum. Genellikle sohbet ediliyorsa yanına rotasyonu bozmamak adına bir bardak alıp bir an evvel bitirip bu sıkıntıdan kurtulmak için içerim. Bu sefer de peksimetlerimi yumuşatmak için içiyorum. Anlayışla karşılayacağınızı düşünerek, bir demlik uğraşmaktansa, bir poşet çay koydum bardağıma. Fark ettim ki, eskiden poşete yapıştırılan iplik artık geçmeli hale getirilmiş. Oysa poşet çay çıktığında devrim niteliğindeydi. Poşet ile iplik arasındaki yapıştırıcı göz ardı edilecek kadar iyi bir üründü. Ancak ürün geliştirme heyecanı içinde, çok fazla değişiklik yapamayacağını anlayan mühendisler, orada kullanılan yapıştırıcının sıcaklık etkisiyle insan vücuduna zararlı olduğunu fark etmiş olmalarından kaynaklı sabah kullandığım sisteme geçmiş olsalar gerek.
Bizim bugüne kadar vücutta biriktirdiğimiz polimerik bazlı kalıntıları kimse açmıyor. Aklıma ilk geldiği için poşet çaydan bahsediyorum. Yoksa esmer şekeri unutmuş değilim ya da beyaz ekmeği. Geçmişte esmer şeker dışlanırdı, beyaz şekere hücum altına hücum halindeyken, şimdi esmer şeker daha az kimyasal etki altında kaldığından dolayı hücumun yönü değişti. Ancak bu konuda bir numarayı ben radyasyona bırakacağım. Radyoaktif radyasyon ilk ortaya çıktığında etkileri çok fazla bilinmediğinden, tekstilden tutun da diş macununa kadar neredeyse her yerde kullanılmış dişlerinizi beyazlatacağı, giysilerinize parlaklık katacağı ya da sağlığa iyi geleceği vaatleriyle. Ancak sonuçlarını söylememe gerek yok herhalde. Aslında Çernobil ne kadar büyük bir felaketse, bence bu bahsettiğim ondan daha büyük bir felaket.




Toryum katkılı Doramad diş macunu tüpü üzerinde de radyoaktif radyasyonu dişlerin mukavemetini arttıracağını, hücrelerin enerjiyle dolup taşacağını,bakterilerin ortadan kalkacağını yazıyor. Aslında söyledikleri yalan değil, gerçekten bunlar gerçekleşir ama kullanıcı ne kadar canlı kalabilir pek ondan bahsedilmemiş.
Bu esnada Amerikalılar da boş durmayarak Uranyum oksidi yemek takımlarında kırmızı renk için kullandıklarını biliyorum.
Herneyse en başta söylediğim gibi ortaya çıkan ürünler, aslında her zaman hayatımızın yönünü olumlu yönde değiştirmeyebiliyor. Çay koyarken aklıma gelenleri paylaşmak istedim. Radyasyonlu çaylar da içtik neticede. Daha da uzatmaya gerek yok.

NOT: Jehan Barbur' dan "Geç Kalmış Şermin' in Yeri"ni dinlemekte büyük fayda var. Hele bu yağmurlu günlerde.

8 Aralık 2009 Salı

The Ballad of Reading Gaol

1- “Ben soru sormam hesap sorarım.” Polat Alemdar (yüzde 17)
2- “Ölüm ölüm dediğin nedir gülüm? Ben senin için yaşamayı göze almışım.” Polat Alemdar (yüzde 13)
3- “Kurtlarla yaşayan ulumayı öğrenir.” Polat Alemdar (yüzde 15)
4- “İki kişinin bildiği sır değildir.” Aslan Akbey (yüzde 16)
5- “Sonunu düşünen kahraman olamaz.” Polat Alemdar (yüzde 15)
6- “Ne sevdiğim için yaşayabiliyorum, ne vatan için ölebiliyorum.” Polat Alemdar (yüzde 14)
7- “Devlet cinayet işlemez, idam eder.” Doğu Eşrefoğlu (yüzde 10)

gibi dev sözler kullanılmış Kurtlar Vadisi'nde bugüne kadar. Bunları nasıl mı seçmişler? STAR TV' de yapılan anket sonucu en çok oy alan 7 replik bu şekilde bir araya gelmiş.

Peki bu laf salataları olmadan bunları kitap halinde de anlatıyorlar gel be adam onu oku dediğin zaman kim okuyacak? Sen kimin okuyacağını hala soruyorsan zaten temelde çok büyük hata içine düşüyoruz.

Gelelim bugünlerdeki saplantım Ezel'e. İlk iki bölümünü izledim. Fakat izlerken aklıma ben bunu bir yerden hatırlıyorum fikri yer etti, büyüdü hatta ur oldu, ta ki Monte Kristo Kontu ismi aklıma gelene kadar. Aynısı demiyorum ama bu kadar da alıntı yapılmaz. Madem yapıyorsun bari şanına yaraşır şekilde yap. Ezel' e Kumarbaz'ı okutmuşsun gördük, bravo ama diğer tarafta Machiavelli'nin "Prens"i, Adam Smith' in "Milletlerin Zenginliği" gürlüyor. Hadi onu da geçtim adam, Balonla iniyor o devirde atla dolaşırken herkes. İlk gelişini helikopterle yapın adamın. Cavit Çağlar'ın helikopteri ne güne duruyor.

Geçen sezon, Damdaki Kemancı ile Elveda Rumeli' nin benzerliğine susma hakkımı kullandım ama bu sefer o kadar susamayacağım. Artık bunlar sır kalmasın. İki kişinin bildiği zaten sır olmaktan çıkar değil mi sevgili Kurtlar Vadisi' nde raftinge gidenler seçkinler?

NOT:Tuncel Kurtiz' in Wilde' dan Reading Hapishanesi Baladı, Türkçe daha bir güzel duyuldu. Tuncel Kurtiz etkisi ne de olsa.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Al Şu Blogların Hepsini Taka Tukacıya Götür Rica Ediyorum

Kimi insanlar bazı şeyleri ilk kez dile getirdiklerini sanarak mı yoksa öğrenme sevinciyle ne yaptıklarını bilemiyorlar. Ben de bu gruba dahilim. Geliyor blog açıyor, gidiyor arkadaşlarının başının etini yiyor.
Ancak şuna katlanamadığım oluyor. Bu dünyanın yükleri, ihtiras, şiddet, nefretlerini edebi bir şekilde ifade ederken çekinmiyorlar. Yani bunların en iyileri yazıldı. Shakespeare(İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde olsam ya da hoca moca olsam ismi doğru yazamayana basarım 0'ı. Yok öyle yağma), Dostoyevski(sen başka isim bilmez misin be adam diyenleri duyar gibiyim), Camus falan yazmış arkadaş sen daha niye kurcalıyorsun. Yaşadığım taraftan örnek vereyim. Çoğunuz Gazap Üzümleri'ni, Bitmeyen Kavga' yı okumuşsunuzdur. Diyelim temiz 80 sene oldu bunlar yazılalı. E arkadaş aynı şeyleri benzer karakterlerle bugün de yaşadıysam şimdi daha da yazmaya ne gerek var. Daha iyisini yapabiliyorsan buyur tabii ki. Ha şunu diyen de bu sorudan puan alabilir. İşte Burjuva ile işçi sınıfının problemi aynıdır değişmez, bu kavga 5000 senedir aynı Steinbeck yazınca üstüne bir satır yazmayacak mıyız diyenler de puan aldı sakın yaygara çıkarmasın. Ancak tam puan alamamalarının sebebi ondan önce de Zola' nın Germinal'i var. O da anlatıyor Steninbeck' ten önce. Ben onlara dil uzatıyor muyum? Demek ki bu üslûp meselesi önemli.

Büyük büyük cümleleri kullanarak büyük yazmış olmuyorsun aksine büyük sorumluluğunu almış oluyorsun. Şimdi başlıyorum.

----Korkular Üzerine Bir Deneme----

Yahu dur! beni heyecan bastı sadece başlığını koyarken. Bunu yazıyorsan şayet daktilo kurdun. Kağıdı yerleştirdin. Şeridi kontrol ettin. Küllüğe baktın dolu olduğunu fark eder etmez küfür edip mutfağa dökmeye gittin. Mutfağın halini görünce bir tur daha küfredip salonun perdelerini açıp havalandırmaya bıraktın ve gelip bir sigara yaktın. Bunu yazanın sahnesi bu ya! Vallahi başka değil. Muhakkak biraz da sakal ve boğazlı kazak olacak.


Ben artık inandım ki şuna, büyük cümlelere, tanrılara, cennetlere, büyük acılara, cezalara, fildişi kulelere ihtiyaç yok. Pek basit bir Palto(bkz:Gogol), masanın üstüne saçılmış olan fasulye, evde yaptığın limonata, bindiğin trende baş örtülü Erenköy teyzesi de sende bir ifade, anlatılacak bir hikaye bulabilir.

Parti bitti dağılın.

içerik başlıkla uyumlu değil,tanım, tanım devamı, örnek, alıntı ya da bkz değil
problemi de yok 1 dönüm bostan, yan gel osman

NOT: Buradan kimseye yazmayın demiyorum. Herkes yazsın da ne bileyim kendine yazsın, eşine, dostuna, okutsun. Bu düşünsünler de adam gibi düşünsünler gibi oldu.
Herneyse bir kez de ben yapayım. Kendimi imha ettim bu yazıyla 5 saniye içinde

25 Kasım 2009 Çarşamba

Alman Brezilyalısı

Televizyada izlerken görüyorum sarışın, masmavi gözlü Brezilyalı kadınlar pek güzel ancak hafsalam almıyordu sebebini. Nitekim Elano Blumer soyadlı bir Brezilyalı' yı da duyunca artık Alman-Brezilya ilişkilerine göz atma gereği hissettim. Göz atarken "Deutschbrasilianer" kavramını görünce dedim sanırım bir şeyler yakalıyorum.

19. yy' de Avrupa' da kapı kapı gezme heyecanı oluşunca, bir kısım Alman ki gerçekten küçük bir kısım Brezilya' ya göçmüş. Küçük bir kısım diyorum çünkü 1870' lerin sonlarından itibaren 1900' lerin başına göçmen Alman sayısı 7 milyon. İşte 1848 Devrimi' nde çoğunluk Birleşik Devletlere giderken Gisele Bündchen' in akrabaları falan Brezilya' nın güneyine güzel yer yapmışlar.

Bu demek oluyor ki Brezilya' da OktoberFest kutlamak efsane olabilir.

Alman Japonu' ndan burada bahsetmeye gerek yok zaten.

Bu arada Japon bile göçmüş Brezilya' ya. Pes!

1824–47 8,176
1848–72 19,523(1848 Devrimi sonrası buhran)
1872–79 14,325
1880–89 18,901
1890–99 17,084
1900–09 13,848
1910–19 25,902(1. Dünya Savaşı)
1920–29 75,801(1. Dünya Savaşı sonu, Alman Ekonomisi' nde buhran)
1930–39 27,497(2. Dünya Savaşı)
1940–49 6,807
1950–59 16,643
1960–69 5,659

19 Kasım 2009 Perşembe

Mert Nobre













Kartal'ın suskun golcüsü Mert Nobre, FANATİK'e konuştu: “Gol atamamak bir santrfor için en büyük baskıdır. Çok iyi yüzme biliyorum. Ama şu an okyanusa girsem, omuzlarımdaki bu yükle dibi boylarım..."

hiç yorum yok.

Doğum Günü

Başlıktan da anlaşılacağı üzere benim en çok ilgimi çeken, bir o kadar da sıkıntı yaşadığım konudur doğum günleri. Diyeceksiniz ki nesi sıkıntı yaratabilir doğum günlerinin? Hakkınız da var sormaya gerçekten insanı sıkacak pek bir yanı yok ama işin özüne baktığınızda kutlanması gerekli olup olmadığı konusunda gerçekten kafama tam oturmamış bir kavram. Mavradan yok efendim kapitalist sistemdi, ekolojik ortamdı gibi naralar atmadığım anlaşılmış olsa gerek bugüne dek.
Önemli Günler ve Haftalar adlı kitabı hepimiz ilk okulda tanımış en az birini net olarak hatırlıyoruzdur. Benim en çok ilgimi çeken Yerli Malı Haftası' ydı. Bilmiyorum hala kutlanıp kutlanmadığını ama kutlanmadığı konusunda duyumlarım var. Şimdi kutlanmaması için sebeplere bakalım. Hemen yine bu haftanın kelimeleri nelerdir inceleyelim: Yerli, Mal, Hafta. Bu minvalde kutlanmaması için iki durum söz konusu olabilir.
1.Tüm mallar yerlileştirilmiş, kutlamalar yerini bulmuş
2.Tüm yerliler mallaşmıştır.

Dolayısıyla önem kaybı söz konusu olmuştur. Kabotaj Bayramı da bu şekilde önemini yitirenlerden. Belki ilk yıllarda kendi limanlarımızdan yolcu, yük taşıyamamamızdan dolayı her 1 Temmuz da coşkulu kutlamalar yapılır-mış. Şimdi TRT 1' de haberlerde yalnızca yağlı direkte koşturan çocukları hatırlıyoruz. Demek ki bu bayram da ona olan alışkanlıklarımızı ya da bize olan katkısını kanıksamamıza sebep olmuş ki artık umursamıyoruz.

Ancak bunu 29 Ekim ya da 23 Nisan gibi günler için söylememize imkan yok. Çünkü bize olan etkisi her gün hatırlanan bayramlar. Cumhuriyet' in pozitif etkilerini günlük yaşamda sürekli hissetmemizden dolayı, ya da dünya üzerinde sadece çocuklar için bayram kutlayan bir ülke oluşumuz(Biliyorum Meclis de açıldı o gün)bu bayramların coşkusunu arttırıyor.

Diyeceksiniz ki hakkınızla bu kadar okuduk hani doğum günleri. Şimdi o konuya eğiliyorum. Bizim doğduğumuz günler içinde bulunduğumuz toplumda henüz fark yaratmamış günler. En azından benim için. Dolayısıyla bu yapılacak kutlama bir süre sonra "Yerli Malı Haftası" halini alarak beni çok üzecektir. Ben 23 Nisan kıvamında bir insan olduğum gün ki benim için en mutlu gün olacaktır. İşte o zaman doğum günümü, yurt içinden, yurt dışından, yavru vatan Kıbrıs'tan, Türkî cumhuriyetler'den ve hatta dış temsilciliklerden tebrik mesajı almadığım zaman üzülürüm.

17 Kasım 2009 Salı

TEKEL

TEKEL bayiileri genellikle isimleriyle değil de levhalarındaki firmayla hatırlanıyor. Burada 2 dev örnek dışındakiler demem gerek. Dragon TEKEL ve Dayı TEKEL.
Ancak diğerleri yalnızca TEKEL. Satılan ürünün bu kadar baskın olduğu acaba başka dükkanlar var mı?

13 Kasım 2009 Cuma

Çarıklı Erkan-ı Harp

Türkçe' de mükemmel bir deyim var. Hemen kelime kelime ayırıp biraz anlam çıkarmaya çalışalım.
Çarık, bildiğin üzere Anadolu köylüsünün sıklıkla giydiği bir tür ayakkabı olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla çarıklı, köylü anlamında kullanılmaktadır.

Erkan-ı Harp, ise Osmanlı savaş makinasının teknik, taktik sınıfında görev yapan subaylara verilen isimdir. Yetenekli ve başarılı subaylar arasından seçilenler, Erkan-ı Harbiye eğitimi alarak Erkan-ı Harp olurlar. Günümüzde yaklaşık karşılığı "Kurmay Subay" olabilir. Musatafa Kemal' den onlardan biridir.

Velhasıl-ı kelam, çarıklı erkan-ı harp deyimi genellikle derin bir bilgi sahibi olmadan, tamamen kulaktan dolma verilerle hüküm verme gibi Türkiye de pek sevilmeyen bir davranışın deyimleşmiş halidir. Çarıklı erkan-ı harp deyimimizi kullanamadığımız anlarda genellikle bu kişilere "Atma Ziya...!" veyahut da "Halep oradaysa arşın burada" gibi karşılıklar verilmesi uygun düşer. Sizi bağırarak alt etmek gibi kurnazlıkları da doya doya sergileyecek olan erkan-ı harplerimize selam ederim.

Bu arada Kırım Savaşı' nda her ne kadar Burberry trençkot giymiş İngiliz paşaları da olsa Osmanlı paşalarındaki karizmayı maalesef yakalayamamışlardır. Dileyenler Kırım Savaşı' na dair Koç Holding çıkardığı esere bakabilirler.

Fırkateyn

Burada firkateyn kelimesi ile ilgili bir aydınlatma yapmak istiyorum ya da aydınlatabileceklere de kulak vermek isterim
Frigate ten geliyorsa bu firkate falan anlaştık
Çünkü bir güruh var ki onlar Arapça' dan geldiğini iddia ediyorlar. Fırka parça, kısım manasında, eyn de ikili, çift manası var.
Yani iki parçalı gibi bir nereye gittiği belli olmayan bir kelime söz konusu ama şu yönden işe yaradı.
Bahreyn kelimesi artık bir anlam ifade ediyor. İki denizli gibi bir yer...Milli marşı Bahrainona.

Bahreyn' liler bugüne de bayram ilan edebilirler. Hem ülkelerini birine daha sevdirdiler. Bedava reklam. Bacasız sanayi... Her ne kadar petrol ve iletişim sektörüne dayalı bir ekonomi de olsa reddetmek olmaz.

Sanayide yaptırılmış baca o kadar ilgi çekici değil mesela. Halbuki emek işi var. Refrakteri var şusu, busu kaç tane sektöre can veriyorsun.

e. e. cummings

...for whatever we lose (a you or a me)
it's always ourselves we find in the sea...

10 Kasım 2009 Salı

Bu Kalp Seni Unutur mu? Seviye II

SEvmesem yüzüne bakmayacağım ama
yahu tren sahnesinden hiç düşünmediniz mi biz bu 90'lardan sonra gelen TUVASAŞ vagonları çekiyoruz ama izleyen şüphe duyar. Onu koydum kenara Bosna-Hersek' ten gelen lokomotiflere de mi susalım? Orada Yunan treni var onu çek bari o gerçekten 80'lerden kalma!

Bank olarak da 2 tane Hisarbank bankı atsaydınız bari!

Yepyeni İstanbul Büyükşehir Belediyesi bankları!

Kelaynak Altyapısının Geliştirilmesi

Kelanynak kuşları ile ilgili hiç görmediysem 50 kez haber görmüşümdür. Nesli git gide tükeniyor,Bilecik' te korunsunlar ama senelerdir korunmalarına rağmen yine 83 tane gibi cazip bir sayıdalar. Yani desek ki her ile bir tane verelim inan olsun Musul, Kerkük bize geçse açıkta kalırlar. Ben de böyle bir açılım yapayım istedim. Güzeldi çirkindi, nesini koruyorsunuz yahu bunun veya bir çirkinlik belirtisi olarak kelaynak kuşunu göstermekten kaçınacağım belirteyim. Artık yeni bir şeyler söylemek lazım. Kelaynaklar için bile olsa...
Bu arada son araştırmalarım bu sayının 100'ü aştığını söylüyor gözümüz aydın. Her ile bir ya da 100' e kadar il yapalım. Gerçi plakalarımıza 100 sığmaz bu yüzden yeni bir yapılanmaya bile gidilebilir bu hususta hem yeni bir gelir kaynağı, sektörleri hareketlendirebiliriz de.
Bilecik şehrinin simgesi, belediyesinin amblemi kelaynak mı?
Güzel olabilir zira California Beylerbeyliği' nin simgesi nasıl ayı ise... Bilecik de bunu yapmalı Hayvanlarımızla barışık olalım itlaftan çekinelim.

Zaten Kelaynaklarımıza sahip çıkın güzel çirkin ayırmayın. Bak kivilerin soyu tükendi bitti gitti. Kim istemezdi o hayvanları görmek, Avustralyalılar koymasın mı belediyenin sembolüne?

8 Kasım 2009 Pazar

Tren

Elektrik kesintisi sadece trende güzel. Film sahnesi gibi.Sokağın ışıkları, beyaz yol ışıkları
Tatil Kitabı da güzel film şimdi aklıma geldi

5 Kasım 2009 Perşembe

Hava Durumu

Laboratuarda Don' t Cry eşliğinde bir şeyler yazmak için oturmadım bunun başına. Yine de yazacağım.Çünkü her gün iyi veya kötü bir şekilde hatırlanması gerek. Hafızam da çok kuvvetli değil. Aslında hafızam İsmet Paşa' nın kulakları gibi istediğini hatırlıyor. Genellikle tüm zihinler bu şekilde işler. En azından biraz bastırır hatırlamak istemediklerini.

Böyle şehirler de var. Unutulmuşlar gibi. TRT haricinde hiç bir kanalda hava durumunda ismi çıkmayan şehirler. Mesela Kırşehir, Kırklareli, Adıyama Bitlis...
Onları selamlarım en az bir kez bulunmak isterim kendilerinde. Gördüğümde en çok bir kez bulunmak isteyeceğim yerlerdir belki de. Tokat da bu gruba katılabilir.

3 Kasım 2009 Salı

Sabah

Bu sabah zaruri sebeplerden kelli kalkış saatimi 06:00'a çektim.(Yemin ederim 6:00 AM İlk uyandığım zamanı hiç unutmak istemiyorum. 05:44 o da bir önceki tarifeden. Nedenleri üzerine sorduğunuz soruları daha sonra cevaplandırabilirim. 5:44' ten 6:00' ya çok temiz bir uyku uyuduktan sonra göreli olarak yeni yatmış ve uyanmış olduğumu fark ettim. Daha saat yeni 00.37 idi ben uyumazdan önce. Annemin bana güldüğü anı hatırlıyorum ha bir de boyumun uzadığını hatta tavana erdiğini ne de olsa bugüne bugün 06:00' da kalkmış bir insanım. Mütemadiyen devam eden havlamayı ne duymazdan gelebilirim ne de yazmazdan. O kadar periyodik havlıyordu ki köpoğlusu bir miktar süre geçtiğinde takriben saat 06:13 sularında ben o sesi artık duymaz oldum. Her zamanki sesler gibi. Buzdolabı motorunun çalışması, sifon dolma sesleri gibi. Saat 06:23 sularında çoraplarımı ayağıma takmamla beraber henüz terkettiğim ve fazla için hala sıcaklığını koruyarak benim uzaklaşmış olamayacağım yatağıma 7 dakika için uzandım ve 7 dakikalık keyif yaptım. Gözlerimi kapar kapamaz hemen kendime 7 dakikanın ne kadar uzun olduğu, şu an 5 saatlik uykumdan dinlenmediğim kadar dinleneceğim hakkında bir brifing vermemin ardından, evi 06:31' de evi terk ediş. Saatlerin geri alınması ile aydınlanmış olan eski 07:32' de ben ve köpoğlusu istasyona yürüdüyüş. Tren bile boş.
Üstelik ilk seferi belli ki. Camlar ıslak. Yerler daha çamura bulanmamış. Tek bacak kavurma kaloriferleri ile 28 dakikalık bir yolculuk.

Sonrası önemsiz....

Kesin boyum uzadı kesin

2 Kasım 2009 Pazartesi

Murat Murathanoğlu

TRT 3' te Yiğiter Uluğ ve Murat Murathanoğlu bir basketbol programı yapıyorlar ligi enine boyuna. Ben de takip ettiğimden değil ama yemek yerken iyi gidiyor. Şu NCAA' de böyleydi draft mraft derken, Murat Murathanoğlu UCLA'lı Darüşşafaka'da oynayan bir adamdan bahsetti, sonra konu döndü dolandı onun hocasına geldi. Bi hesap yaptım, aşağı yukarı 9 saat saat farkı oluşturacak kadar uzak mesafe. Adamın ruhu bile duymayacak adının geçtiğinden. Belki coachluğu bırakmıştır Los Angeles' ta spor okulu açmıştır,
ama ne bileyim enteresan geldi

Nairobi' de şimdi beni anlatıyor olsalar enteresan olmaz mı?

UGG Bot

Buradan benim o botlara atıp tutmamı isteyen halkıma selam olsun.
Ağzımdan tek kelime çıkmayacak, heveslerinizi yutkunun. Yutkunun ki kursağınızda yumuşasınlar ve bu botlar unutulsun.

Belki U botlar için uzun uzadıya yazabilirdim ama UGG botlar için imkan ve ihtimal dışında.

Redingot

Bu kelimenin söylenişi en az piyango kadar güzel. Aslında piyangodan açık ara önde gidiyor. Cümle içinde hemen kullanayım.
"Kırmızı redingotu içinde Yüzbaşı Nikorov Mihayloviç, telaş içinde az sonra kaçırıp kaçırmayacağından emin olmadığı fakat benim adım gibi olduğum, Albay Temnikov' un terfisi münasebetiyle düzenlediği davete elindeki paketi beraberinde sürükleyerek,Zemiyeva Caddesi' nden koşarak ilerliyordu...."

Bunu ilk kimler giydi bilmem, ama bir Rus' un üzerinde görüp o al yanakları ile yüzünü benden aksi tarafa çevirişiyle, genç aristokrat tavırları takınmasına pek ses çıkaramam. Ne de olsa redingot giyiyor. Osmanlı' da da sanırım bir dönem sembol bir kılık halini almış. O isimle almama gibi bir şansı da yok sanırım.

Şimdi biraz kadife bulmam gerek. Bu hikayeni sonu Gogol' un "Palto"suna benzemesinden fena halde çekiniyorum.

Bu Kalp Seni Unutur mu?

Burada farklı bir üslûp belirleyerek maddeler halinde sıralayarak çeşitli sorular yöneltmek istiyorum:

1. 80' lerde plastik geçmeli boru teknolojisi vardı ise, neden hala Ay'a ayak basamadık?(Neredeyse Fırat Plastik yazısını görecektik)
2. Boruyu taktınız anladık, IKEA Türkiye' ye 80' lerde geldi de ne zaman banyo perdesini taktı? Hadi taktı anladık, gelirken yurtdışından Alamandan getirdiler çantada ya arkadaş bari biraz eskitin
3.Fenerbahçe, Kalamış havarisindeki evlerde çekim güzel şey ama neden inşaatı çekiyorsunuz? İnşaat yeni o balkonlar betonlar şekilli falan
4.Bu ülkede ülkücü bir tek Kürşad, Asena mı olabiliyor? Suphilerimiz, Ahmetlerimizin siyaset sahnesinde rol alması için isim tashihi şartı mı var? Benzer esaslarla, Deniz, Özgür adı taşıyanlara yüklenen sorumluluğu ne yapmalı? (Düşününüz ki Nihal Atsız' ın oğlunun adı Yağmur' dur.)
5. Melis Birkan her yerde oynasın. Reklam, dizi, film, çocuk programı
6.New Zealand Geographic güzel dergi

E harfine yaslanmış çocuk

"Çocuk E harfine yaslanmış uyuyordu
Şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ...."

Aslında birbirinden iki ayrı şiirdir kendileri ama nedense ben ilk mısrayı söyleyince hemen diğerine bağlanıyorum. Herhangi bir sebebe bağlamak istemiyorum. İlk mısra İsmet Özel' in Tüfenk şiirinden, diğeri Nazım Hikmet' in Kuva-yı Milliye Destanı' ndan. Hiç bir organik ya da inorganik bağ içermeyen bu iki mısra nasıl oluyor da kafamda ardı ardına geliyorlar. Her iki mısranın sonundaki zengin uyak mı acaba beni cezbediyor?
Yoksa E harfine yaslanmış çocuğun rüyasında güzel ve rahat günlere inancı mı?
Bilmiyorum.

Buradan bana vay efendim onunla onu aynı cümlede bile kullanmak terbiyesizliktir gibi nümayişler, halkın sokağa dökülmesi gibi durumlara mahal vermek istemiyorum. Bilindiği gibi yazdıklarımı 70 milyon okuyor. Okuyucumu tedirgin etmek hiç istemem.

1 Kasım 2009 Pazar

Hay Aklınla Bin Yaşa

Bu deyimi kullanmak çok istiyorum. Gerçekten istiyorum! Mamafih, bu deyimin kullanılması için çeşitli şartların oluşması gerekir. Misal evde kullanılacaksa evde, muhakkak sırtı kapaklı çek-yat 3 adet 60 mumluk ampule sahip bir avize, duvara dayalı açılır kapanır masa ve muşamba bir örtü ve vazgeçilmez Schaub-Lorenz televizyon tercihe bağlı olarak ayar çubuğu kırmızı.

Bu deyim bu ortamda siz istemeseniz bile çıkar. Genellikle bu evi 60' lı yaşlarda bir anneanneyle süsleyebilirsiniz. Afiyet olsun.

"hay aklınla bin yaşa" deyimi, "ha şunu bileydin", "ver elini..." dil ailesine mensuptur. Bu aile Ural-Altay' a benzemez. Böyle aile daha güzel olur.
Hem spam yazmak güzel şey.

Bir Saz Bir Usta

TRT 2' nin bana yaptığı en büyük iyiliklerden biri Resim Sevinci diğer . İlber Ortaylı İle... programı ha Hikmet Şimşek ile Pazar konserlerini es geçemem ama Bir Saz Bir Usta kapı kapı geziyorlar Anadolu' yu çeşitli saz ustalarını yayınlıyorlar fakat işi ya ustalar hafife alıyor ya televizyon.
Yahu arkadaş bütün enstrumanlar için gerekli olan testere, keser, torna tamam bitti gitti. Basit bile olsa insan biraz ballandırır lak lak eder. Hepsi ağız birliği etmiş gibi işte ondan olur öbürü olur, ceviz olsun, dut varsa o ağaç olsun biri der yok arkadaş ağaç kuru olsun yeter.
Yani kanlarına işlemiş tevazu. Hoşuma gitmedi böbürlensene biraz. Rekabet çıkarsana, buradan tüm cura yapımcılarına sesleniyorum diye benim gibi kimse yapamaz diye.
İşte televizyon olsa 18. yüz yılda Stradivari' nin çağında, onu da çıkarırdı RAI işte bir saz bir Usta' ya görürdük işin aslını astarını.
Bizim Denizlili cura ustasının eğer gelecekte yaptığı curalar Stradivarius gibi satılırsa kan çıkarırım bu da böyle biline.
Kalın sağlıcakla

"Önce Şiir Vardı" da çok nefis program. En son izlediğimde ilhan berk' e el salladılar büyük ihtimalle cennete. Sevdim pek

Denizaltı

Şimdi başlamak istediğim konu şudur ki çevirisi çok güzel kelimenin. "Denizaltı" Submarine ' i birebir almışlar. Mesela neredesin diye sorsalar bize "Abi denizaltıdayım sonra konuşalım" dediğin zaman, telefondaki en ufak yanlış anlaşılma ile eşinin dostunum aklına ziyan getirirsin. Denizin altında bu adam hangi yöntemle konuşuyor, solungaç solunumu yapıyor hadi yaptı diyelim, sesin yayılması su altında.
Benim bu denizaltı konusu aklıma 2 dolar karşılığı Mechanical Turk' de çizdiğim deniz altıdan sonra önem taşımaya başladı. Suyun altında balina gibi araç gidiyor. Kara kuru bir şey içi sıkış tıkış. Kaptan Nemo' nun cihaz gibi olsa canıma minnet ama radar şudur budur yakalar diye gövdede küçültmeler. Oysa benim yaptığım(Şekil 1.1)


ya da Beatles' ın Yellow Submarine' i gibi olsa(Şekil 1.2) bence çok daha hoş olur ferah ferah gez dur suyun altında gerekirse yolla bir torpil ki benim açımdan çok ayıp olabilir torpillemek, bu makinalarla sırf suyun yüzeyine çıkmak bile ayrı bir zevk. Tut ki balık tutuyoruz sandalda, öğle saati. Kafamıza güneş geçti geçecek, ben karadan tarafım senin de yüzün adaya dönük, çok seversin adaları. Beni dirseğinle dürtüp, tam boşluğumu her seferinde yakalayarak sarı kanatların tanrısı büyüklüğündeki şeyi gösteriyorsun hemen aşık oluyorum ve karaya çıkıp her kime aitse denizaltı, behemehal o memleketin mandası altına girmek için elimden gelen gayreti gösteriyorum. O zararlı dernek senin diğeri benim geziyorum.
























Şekil 1.2 Beatles Yellow Submarine i

Bunlar hep Alex&Sam' e ait Submarine Song' un suçu. Ne kadar da kolay suçu attım bitti. Alex&Sam düşünsün üzerindeki baskıyı. Öyle sanatçıyım diye çıkıyorlar buyur taşı toplmda yarattığın infiali.

NOT:Faydasız dernekler yok muydu ya?

Yağmur Meselesi

İnsanlara hiç enteresan gelmiyor yağmur yağması. Halbuse, derin konu...Düşünsene deniz diye gördüğün şeyden tepene yağıyor. Ben ilk insan olsam, ki kendimce ilk insanım -en azından benden çıkan- kesin korkudan kaçacak yer arardım. Gök yüzündeki denizi üstüme boşaltıyorlar diyerek. İlk insan olarak Türkçe' yi dil olarak benimsemeyebilirdim. O ayrı onu lütfen başka bir platforma. Ancak değinmeden geçemeyeceğim şudur ki kimse bana anlatmasın işte sular buharlaşıyor da gökyüzüne çıkıyor vs. vs. ben de en az sizin geçtiği, tedrisattan geçtim.

Diyorum ki gökyüzünde deniz var hatta adacıkları da beyazlı grili adaları da bulutlar. Ada da yaşayanlardan en az birkaçı tapmıştır yağmur meselesine. O zaman kitap yok nebî yok ne yapsınlar hakları.

Ben tapmıyorum ama ciddi bir bağ olduğuna inanıyorum aramızda. Ayaklarımı ıslatmasa en yakın dostum ama ayaklar kötü.