21 Eylül 2010 Salı

Persepolis

Bilindiği üzere, burada vatan kurtaran aslan, "forward" ileti aydını yazısına hiç vermedim. Çünkü bunların gerçeklikle alakası olmadığı gibi etki değerliklerinin oldukça düşük olduğu kanaatindeyim ancak bugün ufak tefek de olsa yazmak istediğim bir husus var. Bu akşamın anlam ve ehemmiyetinden dolayı bunları yazıyorum. Oturup saatlerce nutuk sevmediğimden kendimi ve okumakta olanları zehirlemeyi yeğliyorum.
Burada bahsettiğimi sanmıyorum ama Persepolis sanırım izlediğim en duygusal filmdir benim için hayatta. Diyeceksin bu nasıl bir alakasızlık? Düşünce bütünlüğünü bozan cümleyi bulunuz sorusu olarak bakıldığında kolaylıkla bulunabilir fakat buradan yola çıkarak anlatmak istediklerimi de açıklayabilirim.

Başıma bir şey gelmeyecekse, Humeyni' yi sevmiyorum. Humeyni' yi iktidar haline getiren muhtelif ekonomik hedefleri ve onun arkasındaki ekonomik modelleri de sevmiyorum. Karşıtı görülen ekonomik modele de taraftar olamıyorum. Bertaraf haldeyim. İnsanın o muhteşem bütünlüğünü ve kendisinin "yarattığı" rezaletlere hep susuyorum.
Persepolis' te Marjane' ın dünyasını Büyük İskender' in Persepolis' i yerle bir etmesi gibi yok etmeleri ve artık onun da kaybolması beni de yıkmaya çeyrek kala hatta geçe durumuna getirdi.

Buradan Türkiye İran olur demem, diyemem. Zaten bunu söyleyecek bir sürü okumuş, bu konuda ihtisaslı adam var onlar üstüne düşünsünler. Fakat yaralandığım nokta, senin benim gibi bir hayatı olan, ailesiyle, dostlarıyla dünya yaratan, iç dünyasında Alice' in düştüğü çukur gibi sonsuza giden derinliğe sahip insanların "devrim" sayesinde Persepolis gibi yerle bir olması.

Hangi otorite mekanizması olursa olsun, güzelim insanların dünyaları alt üst etmesi ve onları bir hortum gibi oradan oraya savurması açıklanamaz. Dünyasını terk etmek zorunda kalıp, uzay boşluğunda önce yörüngede kalıp, bir süre sonra yörüngeyi de terk edip uzay çöpü haline gelmelerini aklım almıyor.

Hiçbirimiz dünya üzerinde sonsuza dek yaşayamayacağız. Ancak ruhlarımız evrende bir birikim halinde var olacak. En azından ben böyle inanıyorum. Mesela anneannemle konuştuklarım, ergenlik çatışmalarım, aşklarım, her şeyim evrenin bir köşesini dolduracak. O düşüncelerimin bir yanının ağır yaralı olmasını istemiyorum.

Sait Faik hikayesi gibi bir yaşamım varken, niçin onu Genç Werther gibi bir sonla tamamlayayım? Tercihim öyle bir sonsa yine belki pişman bir ruh olurum. Zorunda kaldıysam yaralı bir ruh olarak sürükleneceğime eminim.

Şimdi benim derdim sadece şu referandum, bu ihale değil. Benim bu derdim varken, koca bir kıta açlıktan, sefaletten kırılıyor ya da başka bir sebepten başka bir kara parçasında insancıklar birbirini kesiyorlar.

Bunun önüne ne geçecek? Bana göre Beatles düşünsel olarak önüne geçti.

"All you need is love."

Bu sebeple belki çiçek çocuklar, bahar gelmiş gibi açan zamansız çiçekler gibi soldular.

Kal sağlıcakla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder